Sitemim Yok

Gülseren Tuğcu Karabulut

 

 

      Ben sana şiirlerini yazarken Mozart dinle demedim mi? Sen şiirlerini yazarken Kenny G dinledin. Dinledin de şiirlerin saksafon saksafon koktu. Dinamizmi aradım da bulamadım onlarda. Sen Mozart dinleseydin, şiirlerini okurken ben, Mozart'I yaşayacaktım, onun gülüşlerini duyacaktım, sen, çılgın. Hayır, isterik dedirtemezsin bana o gülüşler için. Çocuksu de, kabulüm, ben de sen ve çılgında ısrarlıyım. Bak, Mozart olsaydı da flüt konçertosu da olabilirdi. Yaylılarla başlardı birdenbire, sonra bir yavaşlama. Aynı mezurda hem hız, hem huzur birarada. Flütse hiç nazlı değildir, çok bekletmez, başlıyıverir, hissettirir narin ünlemelerini. Ama sen ne yaptın? Gittin, ille de Kenny G dedin. O yüzdendir şiirlerin saksafon koktu, ben korktum.
      Ben sana saçlarını kestir azizim demedim mi? Dedim, sen saçlarını uzattın, omuzlarında özgür dalgalandırdın. O da yetmedi, gözlerimin içine baka baka parmaklarınla saçlarını arkaya doğru taradın kah. Favorilerin gözüktü. Favorilerini gösterdin bana en azından. Minnettarım. Saçların çabuk yağlandı. Her gün yıkamak zorunda kaldın. Çeşit çeşit şampuan denedin, bir tanesinin üstünde "Head and Shoilder" yazılıydı. Anlamını çıkarabildiğim halde tuttun bana "Baş ve omuz demektir" bu diye tercime bile ettin. Ben de "Yani kepek için etkili demek istiyor"u yapıştırıverdim. Bu konuda bir bir berabere kaldık. Saçlarında beyazları da gördüm. Gördüm de üzülmedim. Yalnızca ya bir gün özeniverir de at kuyruğu yapmaya kalkarsa diye düşündüm, çok korktum.
      Ben sana yemek yerken bu kadar heyecanlanma, heyecanlansan da belli etme, demedim mi? Dedim. Sen ne yaptın? Sağ bacağını, çiğneme ritmine uydurdun, salladın da salladın. Yemek çok mu lezzetliydi? Çok mu lezzetliydi de, ağıza alma, çiğneme, yutma hareketleri seni kesmedi, bacağını da işin içine kattın. Ben ne yaptım? Tuttum, bir börek hazırladım. İçine havucu bol koydum ki tatlı olsun, sen de zevk alama. Peki ne oldu? Sen bacakla tuttuğun ritme, boştaki sol elini de dahil ettin. Yemek masası üstünde darbuka çaldın, dındak da dındak. Ben mutfağı terkettim. Akşam yemeğini hazırlama zorunluluğu aklıma geldi, çok endişelendim.
      Ben sana merdivenleri inip çıkarken her bir basamağa teker teker bas dedim. Ah ben ne yapayım, nerelere gideyim, sen basamakları ikişer, olmadı, üçer üçer indin, çıktın. Ayakkabılarının altındaki pençelerin sesi apartmanda oturanları rahatsız etti. Bütün genç kadınlar, inileyen hastalar, hatta emzikli çocuklar kapılardan dışarı uğradılar. Akşam oldu, bacaklarında bir ağrıdır başladı. Ben, ya çağırır da ovmamı istersen diye tırnaklarımı yedim, çok titredim.
      Ben sana televizyon seyrederken parmaklarının hepsini aynı anda çıtlatma dedim. Orta parmaktan başla, sırasıyla yüzük parmağını, küçük parmağını, sonra da mümkünse işaret ve baş parmağını çıtlat dedim, "Hem daha keyif verici olur öyle" de dedim. Sen sağ elinle sol elini aynı anda çıtlatmaya başladın. Ne zaman baksam ellerini kirli gördüm, tırnaklarını yenik. Bir gün banyodan çıkmıştın, ellerin simsiyahtı, çok korktum.
      Ben sana mutfakta şişe birliktirme demedim mi? Mutfak küçük mü küçük. Alıp, içip boşalttığın bütün su, soda, şarap, süt şişeleri, buzdolabı ile balkon kapısı arasında irili ufaklı, sıra sıra bekler dururlar. Topladığım gibi hepsini naylon poşetlere doldurdum. Kapının dışına da koydum üstelik, kapıcı gelince alsın diye. Akşam baktığımda iki tane koca karınlı, şeffaf plastık, kallavi bidon şişelerin yerini almıştı. Üstüme gelecekler sandım, çok korktum.
      Ben sana araba kullanırken sağda ya da solda, ya da ne bileyim arkada bir evi, bir artisti ve benzeri diğerlerini göstermeye kalkma demedim mi? Dedim biliyorsun. Sen ise, ah sen ise kaldırıma çıkıverdin, yayaların aasına. Zor durdurabildin arabayı. Hayatları tesadüfen kurtulmuş insanların yüzlerine baktım, sonra "Allah Allah" diye söylenen sana. Çok bittim.
      Hem ben sana "hiç gülme sakin" demedim. "Ağır ol da molla desinler," dedim. Arada fark var, değil mi? "İnsanlar, ağırbaşlı olan diğer insanlara saygı duyarlar canım," dedim. Sen suratını bir astın, pir astın. Uzun müddet dişlerini göremedim, göremedik. Bir gizlilik, bir saklılık içinde gittin geldin. Ağzın hep kapalıydı.Günün birinde banyoya aniden girdim de, bir elinde diş fırçası, diğerinde takma diş görüverdim. Kapıyı hemen kapattım, salona gittim, çok güldüm.
      Canım, ben sana ne dedim ki? Bir günden bir güne gözünün üstünde kaşın mı var dedim? Hep pohpohladım seni, hep teşvik ettim durdum. Ne bileyim, daha iyi olasın istedim. Hapşırdın da, çok yaşa bile dedim. Sen ne yaptın? Sen, ah sen gittin, ölüverdin.
      Ben... çok yaşadım. 

 

Öyküden bir bilet : gidiş-dönüş