Eşik

Cengiz Erdem

 

     Kötülükten bıkıp usanan kronik köpek, deli numarası yaparak, etsiz ve dolayısıyla da tensiz kemiğini ölü bir delinin, sessiz sessiz yalıyor da yalıyordu. Ölmekten söz ettiğim sanılsın istiyorum ve yanılsın sananlar bunu böyle. Yanılsamalarla dolu bir yaşamı, yılanların ve farelerin otoritesine boyun eğmeksizin sürdürsünler. Bilinçsizliğin ölü enginliğinde, sarıya çalan bir kedi zehiri yüzünden, farelerin karanlık zaferine aldanıp yaşasınlar; mutlu bir ölme süreci geçsin üzerlerinden. Sürsünler atlarını denize doğru istiyorum.
      Bu yılanlara ne oluyor yahu böyle? Bütün gün sss da ssss, başka da sess yok dalıp gitmek için, kalmak için gidip. Örneğin su yüzeyindeki köpük seslerini çağrıştıran sesler; ama olsun, hala daha canlıyız ya…
      Beyninizin taa içinde dans eden resimler çiziktiren bir ses duydunuz mu siz hiç? Haydi sürün atlarınızı şimdi, ama sakın fazla açılmayın yoksa Stevie Smith'in şiirindeki gibi, insanlar kendilerine el salladığınızı sana sana boğulup ölürsünüz. Sakın atlarınızın kanatlanmasını arzulamayın, kanatlanıp uçmayın; yoksa sonunuz İkarus'unki gibi olur. Biliyorsunuz ki arzu etmek cesaret etmektir. Ben de biliyorum ki hayat anlamını ancak bilememezlik ortalığı kapladığında yitirir ve/fakat işte insan hep bildiğini sanır ve yaşar. Bu tür yanılsamalara kurban gitmek istemezsiniz herhalde!
      Evi temizlemek lazım. Köpek çok büyük bir yanılsama içerisinde; onu bundan kurtarmak lazım. Kıskançlık işte; o mutlu, sen değilsin. Hiç de bile. Sadece "ekşi" kokusu çok yoğunlaştı. Gittikçe daha dayanılmaz bir hal alıyor bu durum. Yoksa bu şemsiyesini kaybetmiş bir mutluluğun habercisi mi acaba? Kene; işte bütün mesele bu. Kene veya değil, ne fark eder? Kör bir kene kanımca. Olsun. Kör kör kan emiyor; farkında değil köpek. Kene kör, köpek kronik. Kan emilmekte, damarlar çekilmekte, dünya büzüşmekte, insanlar düzüşmekte, kene şiştikçe şişmekte.
      Elma kurduma ne oldu benim? Kaç gündür ortalarda yok. Yoksa DNA'larını yayılımcı politikalar uğruna tüm evrene mi salıverdi? Bilinmiyor. Neden acaba insanlıktan bu denli nefret ediyor? DNA'larını salıverdiyse işimiz bitik. RNA'lara gelince, onlar zaten hiç olgunlaşmadı ki. Elma çöpe, çöp kurban, kurtçuk evini terketti. Kene hala daha şişiyor; patlamasa bari…
      Yaşamima anlam katan o kazadan sonrasini hatirlamiyorum aslinda. Hepsi elma kurdunun ve o kör kenenin işi. Nefret, öfke sinir ve bilimum bilinç kaymasi semptomlarindan muzdarip bir tip oldu çikti komşum da sayemde. Hepsi o elma kurdunun ve o kör kenenin işi bunlarin; bana yansiyor, e tabii ben de insanim, yansitiyorum neticede. Bir nevi dışavurum bu; komşum kamaşıyor. Onda kendimi görüyorum. Seni gidi hedonist kene seni… Kör kör pislik yaparsın ha…
      Sabah ilk iş balkondan aşagi baktim. Belediye işçileri yoldan bir köpek kaziyorlardi. Kronikleşmişti yolda. Köpegin suçu yoktu, benim derdim keneyleydi. Peki ya deli, ona ne oldu? Kronik köpek taklidi yapmasaymiş o da. Soru hazir, cevap nazir.
      Dostum Zona geldi, Godot'dan selam getirdi. Pozzo kör olmuş, onun da bana selami varmiş, ikisi de beni görmeyi çok özlemişler. Zona otuziki yildir evimin duvarinda benek şeklinde lekeler oldugunu iddia ediyor. E ben de ne yapayim, çaresiz varsayimini dogru kabul ediyorum. Zona herşeyi bilir; var diyorsa vardir, yok derse yok olur. Yok "olmak", yani var "olmamak". Hiç olmasaymiş aslinda ne de iyi olurmuş. Keşke hiç olsaymiş.
      Zona ile birlikte, her zaman olduğu gibi Şekspir'e faks çektik gene:

     Sevgili dostumuz şekspir,

Olmamak. "Hiç bir şey olmamaktan daha iyi olamaz".
Sevgiler, saygılar.

     Şekspir'e on yildir her hafta sali günü düzenli olarak ayni faksi çekerdik. Ne bir ses, ne bir seda; sadece boşluk. Sanirim artik bazi şeylere karşi gelmek, direnmek anlamini yitirdi. Yapilmasi gereken tek şey yenilgiyi yegane kazanç olarak görmek, görebilmek. Bense bakmak istemiyorum. Yorgunum. Siz de yorgunsunuz. Herkes çok yorgun. Dünyanin yorgunluguysa doruk noktasina varmak üzere. Büzüşüyor da büzüşüyor, içe dogru yavaş yavaş patliyor. Koyun saymak tek çare; kurt saymaya ömür yetmez.
      Picasso'yu bilirsiniz; bir ressamdı. Darwin bilim adamı, gezgin, yazar, şu, bu. Komşumsa sağır. Oh ne rahatlık benim için, ne büyük bir umut kaynağı. Geçenlerde bir sergiye gitmiş. Sergide Picasso'nun resimleri varmış. Sağır komşum sergiyi hiç beğenmemiş, Picasso'dan ise gıcık kapmış. Hatta bir resim varmış ki, hayatında gördüğü en kötü balıkmış. Resmin altında "Balık" yazıyormuş, Picasso da resmin ressamıymış ve oradaymış. Bizim sağır, gözleri görüyor ya, Picasso'yu tanımış; yanına çağırıp sormuş "bunun neresi balık?" diye. E tabii yaşlı başlı kadın, Picasso da saygılı, efendi bir beyefendi, nitekim saygıda kusur etmemiş. Ayıp olmasın diye bizim sağır komşunun yanına gidip "o balık değil ki, resim" demiş. Doğru, yalan bilmiyorum. Bu Zona'nın hikayesi. Sağır komşum sadece Picasso'nun resim yapmayı bilmediğini, basit bir balığı bile doğru dürüst çizemediğini söylüyor. Israr ediyor. Her gün kapımı çalıp bunu söylüyor. Bana rahatsızlık veriyor, sinirlerime dokunuyor. Öldüreceğim onu, nefret ediyorum ondan, tiksiniyorum.
      Şimdi, en çok uyuyan hayvan koala olduguna göre (günde 21 saat), insanlik uyuzlukla suçlanmamali. Dilimiz var konuşuyoruz. Yilanlarin da dili var ama onlar sadece ne idüğü belirsiz, sss diye bir 's' sesi çıkarabiliyorlar. Ne mutlu insanlığa. Darwin ne dese hoş ama boş artık. Zona bana küstü, gitti. Darwin haklıymış meğer. Düşündüğümü söylemem suçmuş; Zona öyle diyor. Galiba haklı da, ne de olsa konuşmakla kimilerinin özgürlüğünü kısıtlıyorum.
      Zona, Darwin'i çok severdi; en iyi dostumdu ama yılanlar aramıza dillerini soktu. Karşı taraf oluştu, bu taraf oluştu. İki ayrı taraf oluştu. Ortası var ama kimse farkında değil. Kaldı ki karşı taraf, bu taraf hatta ortası olması bile gerekmiyor. Galiba en güzeli bilmemek; daha da güzeli bilmediğinin farkında olmamak.
      Güneş batmakta oldukça geç kaldi. Bat artik, bat da yatip uyuyalim. Yeter bize ettigin kötülükler ey Tanrim, batir artik şu güneşi. Ikarus'a yazik oldu bak. Onu düşünmedin, bari bize birazcik olsun aci. Bak Bati sabirsizlaniyor. Sen de biliyorsun ki güneş dogudan dogar ama batidan batar. Batidan dogmuş olsaydi, mecburen dogudan batacakti. Bati-Dogu ikilemi işte buradan dogar, bundan kaynaklanir. Batir onu, öldür güneşi, dogur geceyi; biraz da karanlikta aglayalim. Çelişki büyümekte. Zitlaşma had safhada. Yoruldum.
      Çok kısa süreli bir geçiş olacak bu. Bakın, hoop, DAN!!! Patdadanak bitti bile. Acıdı mı? Acımadı değil mi? Kafa, kol hepsi yerli yerinde, ama o da nesi: Bir kapı. Üzerinde bir tabela var; kanla yazılmış:

CEHENNEMDİR GİRİLMEZ!!!

İmza: Körkene, Kronikköpek
Picasso, Darwin, Elmakurdu,
Şekspir, Pozzo ve GODOT.

     Ben bittim; artık ne etim var ne de tenim. Yazı da bitti. Gidecek yer yok. Hiç olmadı ki cennet; sağır komşum parsellemiş orayı diyorlar. Kimseyi sokmuyormuş içeri. Hiç inanasım gelmiyor ya, neyse; öyle diyorlarsa öyledir, bir bildikleri vardır elbet.
      Zona'yı özledim. Benek lekeli duvarımı da, ama en çok da aynaya bakmayı, bakabilmeyi özledim. Kendimi görebilmeyi özledim… 

 

Öyküden bir bilet : gidiş-dönüş