Bayram;... Her Gün

Tolga Toprak

 

      “Ben senin başına onu musallat ettim
      Sen beni benimle bırakıp ona gittin
      Ve ben şimdi yarım kalmış bir sigarayım
      Buzlara atılmış direnen bile bile
      Geleceğimi...
      Geleceğini...

      "Ağızlarından ateşler saçan kızlarıyla geldiler." Bense, üç gündür bağlı bulunduğum yerde, açlıktan, boynumu kesen ipi yiyecek kadar zeki ve çaresizdim. Önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan nereden geçerlerse geçsinler, hep gösterdiler beni birbirlerine. Sanki hiç görmemişler gibi. En yaşlılarına, öyle öğretildikleri için, en fazla saygıyı ayırmışlardı. Kimi zaman, başbaşa kaldığımızda, ben bile onun doğruyu söyleyeceğine inandırabiliyordum kendimi.

      "Yakınlaşırlarken, gözlerinden ateşler fışkıracak gibi oluyorlardı. " Bense, hangisine acıyan, hangisine direnen gözlerle bakacağımı şaşıracak kadar zeki ve kararsızdım. Sırf benim için yollarını değiştirenler vardı, geçerken şöyle bir ilgilenip, beni geçiştirenler veya beni görmek için gelenler, hatta birkaçı benimle fotoğraf bile çektirdi. Sanki hiç görmemişler gibi. En okumuşları olanına, sırf üniversite bitirmiş diye, en fazla saygıyı ayırmışlardı. Kimi zaman, başbaşa kaldığımızda, önce acıyan gözlerle bakar gibi yapıyor, sonra gülüp gidiyordu.

      "Kızgın boğalar gibi, burunlarından ateşler çıkacak gibi soluyorlardı yanıma geldiklerinde." Bense, sonumun ne olacağını bildiğimden, soluk alayım mı,almayayım mı diye düşünecek kadar zeki ve huzursuzdum. Bir tanesi bana bakmaktan, önündeki taşı göremedi ve taa çeşmeye geri dönüp, neredeyse benim kadar büyük olan su kabını tekrar doldurmak zorunda kaldı. Sanki hiç görmemiş gibi. En çalışkanları olanına, Biraz da kadın olduğu için, en fazla saygıyı ayırmışlardı. Kimi zaman, başbaşa kaldığımızda, sanki beni neredeyse boğacak olan o ipi çözecek gibi yaklaşıyor, sonra etrafımda bir-iki tur atıyor, eğiliyor altıma bakıyor, arkama geçiyor, karşımdan bakıyor, kendi kendine 'iyi, iyi' deyip gidiyordu.

      "Kulaklarından ateşler çıkacak kadar kızgın yaklaşanlar da oldu." Bense, onlar hakkında duyduklarıma inanıp inanmamak arasında bocalayacak kadar zeki ve saftım. Biri, evi, köyün taa öbür ucunda olduğu halde, sabahın köründe karşıma dikiliyor, bana bakarak, yazılar yazıyor, resimler çiziyor, çalgılar çalıyordu. Sanki hiç görmemiş gibi. En sorgulayanları olanına, sanatçı demek ne demek bilmeseler de, en fazla saygıyı ayırmışlardı. Kimi zaman, başbaşa kaldığımızda, sanki bir sıkıntısı varmış da paylaşmak istiyormuş gibi yanıma yaklaşır, sonra bir gözünü kısar, diğeriyle benim arama kalemini tutar, 'Yüce Allah nasıl da yaratmış...' der, gider benim aynımı kağıtlara onlarca defa çizmeye çalışırdı.

      "Kafası, göğsü, sırtı, bacakları baştan aşağı yanmış bir çocukla geldiler." Bense, onların, bu dünyada mı yoksa öbür dünyada mı yanacaklarını karıştırmış gibi yapacak kadar zeki ve haylazdım. Bir tanesi, sırf tatil oldu diye köye gelmiş, o kadar doğal güzellik varken aralarından beni seçmiş, 'bu benim' demiş. Sanki hiç görmemiş gibi. En çocukları olanına, sırf her tarafı yanmış diye, en fazla saygıyı ayırmışlardı. Kimi zaman, başbaşa kaldığımızda, yanıma yaklaşıyor, ürkek ürkek, bir süre, yüzümü, boynumu okşuyor, öpüyor, sonra sıkılıp gidiyordu.

      Her tarafı yanmış çocuk için de, bir tane koyun getirip yanıma bağladılar. Sonunda kendi cinslerimden birini bulabildiğim için biraz olsun rahatlamıştım. Fazla sürmedi. Biz, birbirimizin ismini öğrenme gereği duymasak da, onlar beni BAYRAMLIK, onu da ADAK diye çağırıyorlardı. Adak bana, 'Yarın öldürecekler seni, beni de yarın öldürmeyi planlıyorlardı ama o en yaşlıları olan, adakla bayramlığı karıştırmamak lazım, adak kurbanı bayramda kesilmez deyince, beni birkaç gün daha "fazladan" beslemek zorunda kalacaklar. Bak, bu yandaki otlar, su hep benim için ayarlandı. Ama benim yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varsa o da dayanışmaktır. Bu yüzden ben sana azar azar ama sık sık bunlardan yemeni, içmeni tavsiye ederim. Çünkü o en okumuş olanları, bunların kesilmeden en az yarım saat önce yemelerini içmelerini kesin, sindirsinler, sonra kesin, yoksa olmaz, dedi, dedi.' Ben de Adak'ın dediklerini yaptım gerçekten işe yaradı, bayram biteli çok oldu beni hala kesemediler. Ama o gün en çalışkanları olan kadın bile bile bize yeterli olan suyu ve otu getirmedi, Adak ile çok tartıştık ama o kendinin artık iyice ihtiyarladığını, benimse daha görecek ve diğerleriyle paylaşacak çok şeyim olduğunu söyleyip, yemeyi, içmeyi bıraktı. Tam Adak'ı keserlerken, sanatçı olan 'bu da iyice yaşlanmış canım, baksanıza tüyleri bembeyaz' dedi ve hep beraber gülüştüler.

      Çocuğun yavaş yavaş iyileşiyordu, onlar, bunun Adak'ı öldürdükleri için olduğunu söylüyorlardı ama çocuk her seferinde 'ben ilaçlarımı alıyorum, krem de sürüyoruz, onlar geçiriyor yaraları' diyor ve dayak yemekten zor kurtuluyordu. Bir gün yanıma geldi ve 'Bak, yaralarım gitgide iyileşiyor, onlar buna Adak'ın neden olduğunu söylüyorlar, sen artık bu düzensiz yeme, içmeyi bırak. Ben onlara dedim ki 'bu hep yiyen bayramlığı da ben tamamen iyileşince keselim' onlar da kabul ettiler. Şimdi seni bizim evin önüne bağlayacağız, ben bu akşam gelip senin ipini açarım ama senden bir isteğim var. Öleceğini anladığın zaman yine buraya gel ve Şinasi Usta'nın dükkanının önünde dur, ben iyileşince oradaki işime devam edeceğim. Biz bendir yapıyoruz, ben de çalmak istiyorum ama güzel bir tane istiyorum.' Anlaşma kafama yattı, o gece kimseye görünmeden çıktım dolaştım, dolaştım. Aşık oldum, seviştim kuzularımız oldu, onları büyüttük ve beni anlayacak yaşa geldiklerinde, Adak'ın dediklerine uygun olarak onlarla bu anlaşmayı paylaştım. Hep birlikte artık vaktin geldiğine karar verdik. Köye geri döndüm. Daha girişte, geçen bayramda aldığı koyunun ikinci taksidini ödemediği için bir adamın dövülüşüne şahit oldum. Onlara görünmeden Şinasi Usta'nın dükkanını buldum. Bizimki kapının önüne atmış sandalyeyi oturuyor. Beni tanıdı. Tam yirmi bir yaşına gelmiş, omuzlarında dükkanın tüm yükü, ağzında bir 'Şinasi Usta iyi adamdı ama çok düşünürdü, kendi kendini yedi bitirdi' lafı. 'Bak' dedim, 'ben bir-iki aya kalmaz ölürüm. İstersen kes, etimden de yaralan, istersen bekleyelim öleyim.' Bekledik öldüm.

      Burası, köyden farksız, yalnız biraz daha şenlikli. Yaşlı Hoca, sanatçıyı, köyü dinden imandan çıkarmakla sorumlu tutuyor; okumuş, kadının kendisine kuyruk salladığını iddia ediyor; sanatçı, okumuşu insanları yanlış bilgilendirmekle suçluyor; kadın da 'Hoca yıllarca bana tecavüz etti' diyor, başka bir şey demiyor. Tek tesellim, gece hepsi yorulup, mayıştıklarında, uzaklardan gelen "DÜM" ve "TEK"ler.

 

Öyküden bir bilet : gidiş-dönüş