“F” İÇİN NOTLAR

Barış Acar

 

      -I-
      Bu, ben miyim:

      -II-
      
Evimin üç odası vardır bir de salon holüm çok geniştir çelik kapı uzun upuzun bir koridor o kadar uzun ki ışıklığa bakan küçücük pencereleri vardır duvarların tepesinde tabii mutak tuvalet banyo mutağım geniştir tezgahım mermer cam kapaklı küçük şirin dolaplarımın her biri tabak çanak bardak doludur buzdolabım sağ köşede durur tezgahın bitiminde onun da içi tıka basa doludur uzun kocaman lake masam cuk diye oturmuştur parkelerin parlak beyazı üzerine perdelerim masmavi banyom da en az mutağım kadar geniştir boydan boya mavi seramik duşakabin her zaman sıcak su çamaşır makinem şobenin altında durur iki büyük odamdan biri oturma odasıdır televizyonum pek izlemem ya burada durur diğer oda misair odası çek-yatlı bir oturma gurubu sehpalar alan salonuma gelince o uçsuz bucaksızdır haniyse misairlerimi sahi niye hiç gelmediler burada ağırlarım aynalı bir vitrin müzik setim kasetlerim şık bir avize soldaki duvarda yağlıboya bir manzara resmi en çok ışık alan odamdır burası gerçi ben pek kullanmam bu odaları ranzam yeter bana çarşaımı karımın annesi ördüydü nevresimlerim beyaz oyalı iki kırlentim var mavi kiri azlaca belli etmeyen onları dizerim baş taraıma örtülerimi örtüp yatağıma uzanınca tam kaşımda duvar durur mavi dalga dalga ben bin renk görürüm onda unutmadan bir masa günün büyük bir bölümünü başında geçiririm bir de sandalye saymalıyım ilk geldiğimde çiçek desenli bir vazo içinde sapsarı iki çiçek vardı üzerinde güneş görmediğinden olacak soldu önce kurudu sonra ben öyle de severdim ya götürdüler kuruyan çiçeği vazo da kırıldı bu odadan çıkmam pek gözlerimi kapadığımda duvar canlanıverir kaamın aydınlattığı görüntüler sahne alırlar onda:

      -III-
      
Korkuyu beklerken alan değildi düpedüz korkunun kendisiydi hiçbir pusulanın gizemine kapılmadan ve aldanmadan hiçbir yalana herkesin gözü önünde buraya getirilişim ama sözünü etmek istediğim bu değil ben bir gün beni burada bulduklarında gördükleri şeye nasıl şaşacaklarından sözedeceğim benden geriye sadece metal çerçeveli bir ayna kaldığında metal çerçeveli çünkü ben işledim o desenleri metalin gövdesine insanların var olduğu bir zamanları düşleyerek her anı canlandırarak kare kare oya oya işledim ben yaşadığım yaşama benze tüm o şeyleri seke seke sokak arasında koşan çocukluğumdan hatırlayabildiğim ilk yerden başladım sıır noktası orasıydı benim için en azından başlangıçta ben bunu böyle sanıyordum babam var sonra elinde hep pazar torbaları elinde bıkkınlık elinde kare kare hatırlıyorum bunları annemin yüzü gözyaşları kardeşlerim sonra türbe yeşili bir görüntü usanmışlık mı desem tükenmişlik mi baştan çıkarıcı güzelliği olan sevgilerimden de her ayrıntıyı her anı her sözcüğü yineledim gördüğüm ilmleri sahne sahne dolaştığım sokakları okuduğum kitapları bazen sayalarını teker teker çevirerek yeniden okumaya çalıştım şaşırtıcı çoğunu unutmamışım unuttuğunu sandığım şeylerin elseeyi bile okuduğum ilk günler Politzer eurbach Ekonomi Politik Anti Dühring neredeyse saya saya işte tüm bunları metale işledim metalime bitirmem zamanımı aldı ama başka ne yapabilirdim ki bitirdiğimde asıl o zaman sıır noktasına dönüştüğümü anladım sadece geçmişini tüketen bir adam tuttum aynaya evrilttim kendimi can havliyle metalimden çerçeve yaptım şimdi yalnızca duvarları yansıtabiliyorum duvarlara konuştum duvarlarda okudum çünkü insanlı günlerimi şimdi masamın başında bir isli ayna olarak bulmalarını beklemek görevi kaldı geriye tek merakım kaldı bunca acıdan sonra kapı açıldığında ve onlarla ilk kez karşılaştığımda sırrımın üzerine gölgelerini düşürebilecekler mi ya da ben onlardan utanmadan sıkılmadan insan diye görüntülerini düşürmeyi başarabilecek miyim cansız bedenime:

      -IV-
      
Mahzene indim kapkaranlıktı ve gözlerimi kapadım ardımdan kapıyı da kapadım anahtarı iki kez çevirdim yuttum tek bir ışık huzmesinin sızmasına bile izin yok ziir karanlık gölge üstüne gölge gölge üstüne gölge avutmaya çalıştım kendimi sadece sadece mahzendeyim diye naile gölgeler üzerime üzerime geldi çığlık atacak gibi oldum unuttum gözlerime baktım iki kızıl iki kan çanağı gözlerime onlar da benim gözlerime baktılar acaba hâlâ kapalı mıydı bunu yaparken gözlerim göz kapaklarımın üzerinden mi gördüm yoksa bana olanları kolumu uzattım kolum muydu bu korktum kalan bütün insan yanımla baştan aşağı korktum bir şeye sürtündü bedenim ya da bir şey çok yakınımda bana sürtündü soğuktu ıslaktı ter kokuyordu oysa belki üç ay oluyor insan yüzü görmeyeli nasıl bilebilirim ki bunu kapının ardındaydı sanırım bir oynaşma oldu gölgelerini seçebildim gibi geldi bana hem de bu karanlıkta kapının yanındaydı ölüm
      
Anahtarımı kaybetmeyin!

      -V-
      
“Beyin Yıkama Programında en önemli moment, kişinin belirli bir duruma sokulmasıdır ki, amaç kişinin ortam ve symtomatik arasında bir çelişkiye düşerek kendisine neler olduğunu kavrayamamasıdır... Kişi algılayamadığı bir şeyle, doğal olarak tartışamaz ve ona karşı mücadele edemez... Direnme enerjisi, algılanmayan mutlak bir sessizlik içerisindedir. Kişi sessizliğe karşı mücadele edemez. Kişi ancak kendisine karşı somut bir duruma karşı mücadele edebilir. Bu nedenle izolasyon hücreleri yok olmayı, tutuklunun yok edilmesini amaçlar. Beyin yıkama, tutuklunun kulağını ve her şeyini daha duyarlılaştırır, yani bir ilmin ışığa duyarlılığı gibi. Bir ilmin banyo edilerek oluşması gibi beyin yavaş yavaş her şeyi alır. Beyin Yıkama tutuklunun beynini öylesine yönlendirir ki, beyin duygulara göre sadece yanıcı, parçalanan bozuk bir ete dönüşür. Bir gün tüm duyuların seninle birlikte olur, yukarının ve aşağının dahi neresi olduğunu ayırt edemezsiniz.” (Ulrice Mainho)

 

Öyküden bir bilet : gidiş-dönüş