- Bir bardak
daha şarap alır mıydınız eendim?
-
E hade alalım bakalım n'olacak bu işin sonu...
Şarabın
bardağa dökülme sesi duyulur. Kapı çalınır. Kapıyı
açacağına karşımda durup bön bön suratıma bakan
hizmetkarıma şu sözleri söylerim:
-
Kim o de ve kapının arkasındaki kişiden kim olduğuna
dair bilgiyi aldıktan sonra münasipse kapıyı aç.
-
Peki eendim.
Eğer
misairim gelmişse sinirlerim çok bozulacakatı. Gelen misair
dost olabileceği gibi düşman da olabilirdi.
-
Gelen bir düşmanınızmış eendim.
-
Onu derhal içeri al, zira düşmanımsa konuşacaklarımız
var demektir.
-
Peki eendim.
Gelen
gerçekten de düşmanımdı. Neden düşmanım olduğunu
unutmuştum ama düşmanım olduğunu biliyordum.
-
Hoşgeldin düşmanım, malikaneme şere verdin. Ben
işte burada beklemekteydim seni ve işte sonunda geldin. Evet,
saldırmanı bekliyorum bana. Hiç durma, saldır! Zira saldırmazsan
kendimi sana karşı savunmak için yeni ikirler üretemem.
-
Hoşbulduk düşmanım. Saldırmaya gelmedim. Delilik
ve özgürlük konularını bir bütün olarak ele almaya çalışırken
aramızda çıkan münakaşayı sürdürmeye ve seni yenmeye
geldim. Sen saldır; saldırma sırası sendeydi.
Hala
daha hatırlamış değildim bu savaşı ama
düşmanım olduğunu bildiğim için ona şarap verdim;
şarabına zehir koymayı da ihmal etmedim ve ona yalan
söyledim. Ona yalan söylerken nereden bilebilirdim ki aslında kendime
yalan söylediğimi?!
-
Evet hatırlıyorum o savaşımızı, dedim.
-
Özgür bir savaş olduğunu, o savaşın aslında
beyinlerimizin özgürlük şarabı olduğunu da hatırlıyor
musun?!
Düşmanım
zehirli şarabını yudumladıktan sonra geğirdi
ve şöyle söyledi:
-
Zehir mi koydun bu şaraba?
-
Evet. Delirtici zehir koydum.
-
Güzel; özgür olabilmek için gereken delirmekse ona da varım.
Hiç
bu açıdan bakmamıştım olaya. Düşmanımın
bu saldırısı her ne kadar mantıklı olsaydı
da neticede o benim düşmanımdı ve delirtici zehirin özgürleştirici
olabileceği düşüncesini kabul etmemeliydim. Ama bu seer de
bir gerçeği yadsıdığım için yara alacak, belki
de bir daha hiç toparlanamayacaktım. Şu an için düşmanım
benden daha özgürdü; ona şöyle dedim:
-
Insan aşıksa özgürdür.
-
Tam tersi, dedi. Aşk bir hapishanedir.
Anlaşılan
o da işte şimdi benim az önce yaptığım hatayı
yapmıştı.
Söylediğimin,
yani aşkın özgürleştirici bir eylem olduğunun doğru
olduğunu bile bile, bıçağını bilemeye devam
etti.
Bilemiyordum.
Ama onunla açık konuşmam, kendime uyguladığım
sansür mekanizmasını çökertip düşüncelerimi ve duygularımı
özgürleştirmem gerektiğini anladım eğer bu savaşı
kazanmak arzusuyla yanıp tutuşuyorsaydım.
Delirtici
zehir içmek geldi aklıma. En azından eşit koşullarda
savaşacaktık düşmanımla. Gerçeklere direnmeyecektim
belki de delirtici zehir içince şarabımla. Beynim kaskatı
kesilmiş, aynı teraneye saplanıp kalmıştı
adeta...Delirtici zehir içmeye karar verdim.
Yüzüğümde
delirtici zehir kalmadığından hizmetkarımı
çağırıp bize delirtici zehir ve biraz daha şarap
getirmesini emrettim.
Hizmetkarım
delicesine kahkahalar ata ata bana şöyle dedi:
-
Artık itaat etmeyeceğim sana. Ben gidiyorum. Ne halin varsa
gör bundan sonra...
-
Siktirol git o zaman, dedim ve gittim zehirimi kendim aldım. Içtim,
düşmanıma da içirttim. Artık eşittik. Ben, düşmanım,
hizmetkarım.
Söyledim:
-
Yurduna aşıksa insan hiç kimse engelleyemez onu yurdu için
savaşmaktan; zira delirticidir aşk, hele bir de adalıysan.
Yakar kavurur seni ve sen de yakarsın eğer yüreğinden
yaralıysan.
-
Ne biçim bir cümle bu böyle? dedi düşmanım.
-
Aşk hem uğrunda ölünecek, hem de uğrunda yaşanacak
şeylerden biridir.
- Çok arabesk
oldu bu.
- Arabeskse
arabesk. Mühim olan bana dair olması, yaşamın kısır
döngüsüne çomak sokması, tarihi tekerrürden ibaretlikten kurtarması.
-
Özgürlüğün ne olduğunu kavrıyorsun yavaş yavaş.
-
Deliriyorum da ondan.
-
Delirmen gerekiyorsa delireceksin tabii. Normalleştirici bir şey
değildirki özgürlük. Özgürlük doğanın ta kendisidir;
deliliktir, karmaşadıri, karışıklıktır,
hiçbir şeydir ve her şeydir.
-
Hayır, değildir! Sen özgürsen ben özgür değilim, çünkü
sen benim düşmanımsın. Öldürmeliyim seni de düşüncelerini
de...
-
Bunu söylemen senin de benim de aynı anda özgür olabileceğimizi
gösterir. Dost olmasak da eşitiz; öleceğiz çünkü hepimiz.
Işte
bu son darbeyle yenilmiştim ve yenilgim zaerimdi; artık özgürdüm.
Kadeh
tokuşturduk düşmanımla. Özgürlüğün şereine
ve aşka içtik. Kumlar doldu sonra evin içine; kumlarda boğulduk
ama ölmedik; boğuldukça daha da yaşadık. Kumlar doldukça
içimize, bir o kadar daha savaştık kumlara karşı.
Özgürlük
yapılamayanı yapabilmek, söylenemeyeni söyleyebilmekti. Seviyorduk
birbirimizi; düşmanım ve ben; biz yaşıyorduk çünkü
baktık ölüler listesinde yoktu adlarımız...Düşmanlarımızı
sevebilecek kadar özgürdük biz, çünkü ikimiz de birbirimize ve hayata
yenilmiştik aslında ve yenilgimiz ortak zaerimizdi. Düşmanlarımızı
sevebilecek kadar özgürdük biz...
Peki
ya siz?!