1990'lı
yılların, özellikle ikinci yarısında, öykünün gündeme
oturması 1995 yılından başlayarak beş yıl
içinde dört öykü dergisinin yayımlanmasının doğal
sonucuydu. Bunların yanına Ankara'da genç öykücü arkadaşlarımızın
yayımladıkları "Bir Bilet: Gidiş Dönüş"
adlı dergiyi de eklememiz gerekiyor. Adam Öykü, Düşler Öyküler,
ayton Öykü, Üçüncü Öyküler ve Bir Bilet: Gidiş Dönüş öykü
ortamındaki canlılığı giderek arttırdılar.
Bu dergilerin yanı sıra Ankara Öykü Günleri var hiç kuşkusuz.
Dört yıldır öykünün nabzı Ankara'da atıyor. İzmit'te
bir kez düzenlenen ayton Öykü Sabahattin Ali Öykü Günleri'nin de bir
nebze katkısı olduysa bu canlılığa ne mutlu
bize. Eğer Deprem elaketi başımıza gelmeseydi geçen
yıl ikincisini düzenleyecektik İzmit Öykü Günleri'nin. Sanıyorum
bu yıl düzenleyebileceğiz İzmit Öykü Günlerinin ikincisini,
tabii yeryüzü izin verirse.
Öykü dergilerimizde
usta öykücülerimiz öykünün canlılığına can kattılar
öyküleriyle. Bir zamanlar öykü yazıp sonrasında öyküye küsmüş
yazarlarımız öyküyle barıştılar. Şairlerimiz
öykü yazmaya başladılar. Öykü genç yazarların, yazıyla
uğraşan gençlerin ilgi alanına daha azla girer oldu.
Birbiri peşi sıra öykü kitapları yayımlanmaya başlandı.
En güzeli bu canlılık okuyucuyu da kitabevine uğradığında
öykü kitaplarına bakmaya yöneltti. Düşler Öyküler dergisi
çıkış yazısında öykünün sürgüne gönderildiğini
yazıyordu, öykünün bu canlılığıyla öykü yurduna
dönmüş oldu, dergilerine, kitaplarına, okuyucusuna... Ama
üzücü olan şu ki, 2000'li yıllara yeni adım attığımız
şu günlerde sadece üç öykü dergisi yayımını sürdürebiliyor:
Adam Öykü, Üçüncü Öyküler ve Bir Bilet: Gidiş-Dönüş.
Sevgili Mustaa Balel
1970'lerde Sivas'ta çıkarttığı "Öykü"
adlı öykü dergisinin çıkış yazısında şöyle
diyordu: "yetişecek kuşakların gözlerini açar açmaz
soluk alacakları bir dünya, bir öykü dünyası yaratma kaygısı","küçük
suların denizle bağlantı kurmalarına yardımcı
olma isteği". Kendi payıma, bundan daha güzel anlatamam
bir öykü dergisi yayımlıyor olmamın amacını;
"küçük suların denizle bağlantı kurmalarına
yardımcı olma isteği". Öykücülüğümüzün 2000'li
yıllardaki gelişiminde önemli işlevi olacağına
inanıyorum öykü dergiciliğimizin. Tıpkı öykücülüğümüzün
o güzelim okulu Seçilmiş Hikayeler'in bir döneme damgasını
vurmuş olması gibi. Öyle bir okul ki, yetiştirdiği
öykücüler bugünün usta öykücüleri, öykücülüğümüzün köşe taşları.
1990'lı yıllardaki
öykücülüğümüz ele alındığında öykü dergilerimiz
görmezden gelinemeyecek. Sevgili Sadık Aslankara'nın Varlık
dergisinde genç öykücüler için yaptığı çalışma,
Bilkent Dört Mevsim dergisinin yaptığı değerlendirme
çalışması bunun güzel iki örneği... 2000'li yıllar
için de böyle olacağına inanıyorum. Öykü dergileri, 2000'li
yıllarda çıkışını sürdüreceğini düşündüğüm
öykünün ana ivmesi olmaya devam edecekler.
1990'lı yıllardaki
bu çıkış elbette ki tartışmaları da beraberinde
getirecekti. Öykü kavramı ve öykü anlayışı bulanıklaşmaya
başlamıştı, omurgasız, dilsiz anlatılar
sunuluyordu öykü adına. Öykü gündeme oturdukça bunlar da sorgulanmaya
başlandı, genç öykücüler ürünleriyle yüzleştiler ve daha
dikkatli olmaları gerektiğini anladılar. Kendilerinden
önce yazılan öyküleri okumaya yöneldiler, daha azla sorgulayıcı
olmaları gerektiğini, daha titiz olmaları gerektiğini
anladılar. Yaşamdan beslenen öykülere yöneliyorlar gözle görülür
biçimde. Yaşamayan, samimiyetten uzak, soluksuz bir öykü dünyasından
sıyırıyorlar gitgide kendilerini. Bu kolay mıdır
dersiniz, bugünden yarına gerçekleşir mi? O kadar kolay olduğunu
sanmıyorum. Hele bu gönyesi kaymış ortamda. Ne yana baksalar
bir başıbozuklukla, ne yana baksalar bir çürümüşlükle
karşı karşıyalar. Gün gelecek bunları da yazacaklar
genç öykücüler. Yazmak zorunda olduklarını görecekler. Estetik
bağlamda arklı açılımlar getireceklerine de inanıyorum.
Yalnız konuşmakla, diyalog yazmakla kalmayacaklar, anlatım
biçimlerinde de arklılıkları, çağdaş açılımları
yakalayacaklar. Çünkü, Sadık Aslankara'nın yazdıklarına
katılıyorum, öykü geleneğimizi taşıyan-aktaran
bir kuşağın ardılı olacaklar. Öykü üzerine
düşüneceklerine, öyküyü ve geleneğimizi sorgulayacaklarına
inanıyorum. Hulki Aktunç'un dediği gibi: "geleneği
bilerek, reddetmeyerek ama onu aşarak" devam edecekler yollarına.
Çok mu iyimserim? Evet, iyimserim ve umutluyum. Küçük bir örnek vermek
istiyorum İzmit'ten: Kocaeli Üniversitesi öğrencileri Edebiyat
Kulübü kurdular geçen yıl. Üniversite'den oda aldılar. Bu
odada öykü üzerine söyleşiler yapıyorlar, ustalarının
öykülerini okuyorlar ve tartışıyorlar, öyküce konuşmaya
çalışıyorlar. Üçüncü Öyküler dergisiyle ortaklaşa
yürüttükleri bir öykü atölyesi. Yazma ve okuma üzerine çalışmalar
yapıyorlar. Ustalarını konuk ediyorlar, onlarla söyleşiyorlar.
Her hata bir konu belirleyip öykü yazıyorlar ve kendi yazdıklarını
kıyasıya eleştiriyorlar. Oniki genç insan, Değirmen
adı altında bir de dergi çıkartıyorlar. Giderek
gelişiyor yazdıkları, dilleri giderek kurtuluyor şu
dil kirliliğinden. İzmit'te öykü günleri yapılması
isteği de sadece dergimizin isteği değil, o genç insanların
ve arkadaşlarının isteği aynı zamanda.
Üçüncü Öyküler olarak
çıkarken şöyle bir saptamamız vardı, öykü yazan
genç insanlar öykü üzerine azla düşünmüyorlardı, hatta öykü
üzerine kaa yormayı zahmetli ve gereksiz bir iş olarak görüyorlardı.
Yazıyorlardı işte, yetmez miydi... Yetmediğini anlatmak
istiyorduk, öykü yazmak için öykü üzerine kaa patlatmanın gerekliliğini,
en önemlisi ustalarını okumaları gerektiğini anlatmak
istiyorduk. Bu nedenle her sayımızı öykücülüğümüzün
köşe taşlarından bir ustayı tanıtmaya ve öykülerini
gerek kuramsal, gerek pratik, deneysel olarak incelemeye ayırdık.
İstedik ki öykü yazmaya soyunan gençler öykü geleneklerinin oldukça
iyi ve doyurucu olduğunu görsünler. Kendilerinden önce yazılanları
okuyup değerlendirsinler, öykü yazmak için ders kitabı olsun
ustalarının öykü kitapları. Öykünün kendi içindeki estetik
ölçülerini düşünsünler. Tekniklerini, anlatım biçimlerini
düşünsünler. Bunu başardık mı? En azından samimi,
alçakgönüllü bir adımdı bizimki. Az da olsa başardığımızı
düşünüyorum, çünkü öykülerin yanı sıra, öykü üzerine
yazılar da gelmeye başladı, sanıyorum kısa
zaman sonra genç insanlar da öykü üzerine yazılarıyla dergimize
konuk olacaklar.
Öykü üzerine konuşmamak,
tartışmamak, düşünce üretmemek yeni bir sorun mu acaba?
Pek değil; bundan ondört yıl önce Yaba/Öykü'nün Eylül-Ekim
1986 tarihli 12. Sayısında Sevgili Necati Mert ustamızın
bir yazısı var, başlığı "Öykü, gençlerin
gündeminde" "Siz, öykücülerimizin, öykü üstüne konuşup
tartıştıklarına rastladınız mı hiç?"
diye sorarak başlıyor yazısına. Şairlerin şiir
üstüne, kendi şiirleri üstüne tartışmaktan geri durmadıklarını,
romancıların da tartıştıklarını ve
bunları yazıya döktüklerini belirttikten sonra "Ama nedense
öykücüler yok bu tartışmalarda!" diyor ve şöyle
sürdürüyor: "Oysa pırıl pırıl öyküler ve öykü
yazan, öyküde direnen, hep öykü düşünen insanlar var. İşte
asıl sorun, bunların, yalnız kendileri için var olmaktan
kurtarılıp yaygınlaştırılması. Bu
da öyküyü tartışmaktan geçer. Hiç çekinmeden tartışmak.
Beğenilmeyen, açık açık söylenerek tartışmak.
Beğenilenin gizleri araştırıla araştırıla
tartışmak. Ve herkesin kendi doğrularından yeni
doğrular edine edine tartışması" Ve sözü Varlık
dergisinin, Haziran 1986 tarihli sayısında, genç öykücülerle
yaptığı bir tartışmayı yayımlamasına
getirir. Tartışmadan örnekler verir ve yazıyı "Öyleyse,
öykü, gençlerin gündeminde! Kendi öyküleri için tartışmayanlardan,
bunu görmelerini ve artık tartışmalarını beklemek,
azla sadillik mi olur acaba?" diyerek bitirir. 1995'e geliyoruz,
yani Necati Mert'in yazısının dokuz yıl sonrası;
Özcan Karabulut'un yönettiği, eyza Hepçilingirler, Mario Levi
ve eridun Andaç'ın katıldığı "Öykü/Öykücülüğümüz/Öykü
Dergisi" adlı bir panel. Mario Levi şöyle diyor, "Ben
öykücülerin diğer öykücüler hakkında yazmamalarının
büyük bir eksiklik olduğu düşüncesindeyim. Bunu bir özeleştiri
olarak da kabul edebilirsiniz". Özcan Karabulut'un dedikleri ise
şöyle: "Bizim öykücülerimiz ürün verdikleri yazınsal
tür üstünde pek kaa yormuyorlar. Şairler döğüşür, biliyoruz,
öykücüler döğüşmesin ama öykü üzerine düşünüp yazsınlar".
Demek ki pek azla bir şey değişmemiş. Gençler ağızlarını
açmamayı ustalarından mı devraldılar yoksa. eridun
Andaç ise çok güzel bir yere taşıyor konuyu: "Öykücülerin
yazmaması bence bir eksiklik, entelektüel yaşantımızın
kısırlığından da kaynaklanan bir şey.
Bunun yanında yaratıcı, kıskançtır, kendi deney
ve bilgisinin aktarılmasından sürekli sakınıyor!
Demek ki biz yaratıcılığımızı daha
birey olarak var edememişiz". Daha ne eklenebilir ki! Tomris
Uyar'ın öykü üzerine yazılarını, eridun Andaç'ın
yazılarını, Necati Mert'in E dergisindeki Öykü Noktasını,
Semih Gümüş'ün yazılarını, üsun Akatlı'nın
yazılarını, Tahsin Yücel'in, Selim İleri'nin yazılarını
ve unuttuğum birkaç tanesini ekleyebiliriz ancak. Yeterli mi? Öykü
üzerine kaa yormalıyız, yazmalı, sorgulamalıyız.
Bunu öykücülerimiz yapmalı, ustalarımız genç öykücülere
örnek olmalı. Öykü dergilerimizin önümüzdeki günlerde ivedilikle
yapması gereken şey bu bence. İster istemez estetik ölçülerde
de bir tartışmayı, belki de bir aşamayı getirecektir
bu. Bunun ortamı öykü dergilerimizde hazır. Bir öykücünün
arka kapaktaki seksi otoğraının o öykü kitabını
kurtarıp kurtarmayacağı sorgulanmamalı mı?
Deneysellik adına öyküyü soluksuz bırakmak sorgulanmamalı
mı? Öykü anlayışındaki bulanıklıkların
öykücüleri ne yana sürüklediği konuşulmamalı mı?
Kirli öyküler tartışılmamalı mı?
Susmasak iyi olacak,
sustukça kötü öykü iyi öyküyü kovacak, süper star öykücülerimizle tanışacağız.
Türkiye'nin en çok satan edebiyat dergilerinden birinin, ismi lazım
değil, baş hari E, Entelektüel adlı ekinde bizi tanıştırdığı
o muhteşem bayan yazarımız gibi tıpkı. Bu muhteşem
bayan yazarımız şiirler yazıyormuş ama daha
hiçbir yerde yayımlanmamış, öyküler yazıyormuş
ama daha hiçbir yerde yayımlanmamış, Türk Edebiyatında
okunacak roman bulamıyormuş, bir tek Orhan Pamuk'u okuyormuş,
onu da önce İngilizcesinden okumuş, şimdilerde Ataol
Behramoğlu'nun şiir antolojisini okuyormuş, ne iyi şairler
varmış Türk şiirinde, bu arada da bir tarihsel roman
yazmaktaymış, tabii ki daha yayımlanmış hiçbir
romanı yok ve bu muhteşem yazarımızın ünlü
bir yönetmenle aşk yaşadığını öğreniyoruz
Paparazzilerden. Ve bu muhteşem yazarımızla, ismi lazım
değil, baş hari Pelin Batu, otoğralı motoğralı
koca koca üç saya söyleşi yapılabiliyor, hem de kitap tanıtım
ekinde. Bu muhteşem, harikulade, evkaladenin de evkinde yazarımızdan
Allah bizi eksik etmesin, yoksa ne olur halimiz. Bunun sonucu nereye
varıyor biliyor musunuz? Kazanç kültürüyle ve bu örneklerle yola
koyulan genç yazar adaylarını suçlayıp duruyoruz. Suçtan
kendimizi sıyırmayı çok iyi beceriyoruz doğrusu.
Büyük kentlerin uzağında
iki öykü dergisi için savaş verdim. Bunlardan birini yaşatabilmek
için savaşımım sürüyor. Sinekten nasıl yağ
çıkarıldığını öğretiyor bana bu öykü
dergisi. Ama öğrettiği bir şey daha var. Öyküyü tıpkı
ustaları gibi, Sabahattin Ali'ler, Sait aik'ler, Samet Ağaoğlu'lar,
Tahsin Yücel'ler, İlhan Tarus'lar, Şahap Sıtkı'lar,
Salim Şengil'ler gibi tüm samimiyetiyle seven ve onunla mutlu olan
insanlar, gençler var. Ve 2000'li yılların öyküsü bu gençlerin
çabalarıyla oluşacak. Buna inanıyorum.
Üçüncü Öyküler, geleneğe
önem veren bir dergi. Öykü geleneğimizin iyi incelenip, yeniden
yeniden değerlendirilmeden yeni bir öykü damarına ulaşılamayacağına
inanıyor. Bize öykü gönderen herkese bunu söylüyoruz. Öykü atölyemizde
en çok üzerinde durduğumuz konu bu. Öykünün sağlam geleneğinin
yol göstericiliğinde, hem temellerini sorgulayacağına,
hem de çıtayı daha da yükselteceğine inanıyoruz.
Ankara Öykü Günlerine
emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Son olarak bir istekte
bulunmama izin verin, Düşler Öyküler dergimi istiyorum, Ankara
Öykü Günlerini gerçekleştirebilen ustalarım bizi Düşler
Öyküler'den mahrum bırakmasınlar.
Saygılarımla.