'Hızlı öpüşlerle
lekelenir ten,
Uzun olur usul dokunuşların
anısı...'
Gülten Akın
Gözlerim
doluveriyor.
Artık
bu iş için geç kaldığımı
Kavrayamıyorum
o anda, ister istemez elim sol omzuma gidiyor, saklamaya çalışıyorum
onları.
Susuyoruz karşılıklı.
(Rahatladım
tabii, bunca yıl kimse arketmedi diye boş bulundum. Unuttum
hatta onları. Oysa ilk zamanlar ne özenle saklardım içten
içe kadın ya da erkek birinin arketmesini umarak. Karanlıkta,
kuytularda sevişirdim. Dokundurmazdım omzuma. Kumaşın
üstünden oksayarak onları omzumda şalla otururdum yazın.
arketmediler ama. Bunca yıldır, bu güne dek... Şimdi
göğüslerim sarkar, çatlaklarım yol yol vücudumu kaplarken
utanmalı mıyım onlardan, gurur mu duymalıyım
yoksa kendimle; yok, artık kimsenin onları görmediği
yıllardaki burukluğu hesaba katamam, herkesin işi ve
acelesi vardı hem, vakitleri bol değildi ki ayrıntılara,
benim sevgilerime vakit ayırsınlar, suçlayamam kimseyi...)
Elimi
çekmiyorum omzumdan. Ona gözlerinin içine bakmaya ve bakışlarımı
kaçırmamaya dikkat ediyorum. Çocuğun kırdığını
söylemediği tabağın parçaları çöpte bulununca annesinin
önündeki duruşu gibi, hem tedirgin hem garip şekilde rahatlamış,
gelebilecek herhangi bir tepkiye hazır ve razı, dikiliyorum
önünde. Ağlamasaydım daha da iyiydi ama elimde değil.
Bulanık görüyorum, olsun, yeter ki anlaşılmasın
ağladığım, kırpmıyorum gözlerimi ama kırpsam
da bir kırpmasam da, taşıyor bir süre sonra gözyaşlarım
ve akıyorlar işte.
'Artık
elini çek omzundan, gördüm onları; ben onları görmüşken
yine de saklamaya çalışıp daha çok üzme beni.'
Çekiyorum
elimi omzumdan. Açıktalar şimdi: onlara bakıyor.
'Çok
mu sevdi seni?'
Sesi
kırgın. Sesi çok kırgın, ve uzak. En başında
anlatmalıydım ona. En başında olmasa bile, bugüne
dek mutlaka anlatmış olmalıydım. Anlatmadım.
Hala ağlıyorum, "Hiç", diyorum çatlayan sesimle,
"hiç sevmedi o beni, başkasını severdi, ben hep
ağlardım beni sevmiyor diye"
Gülümsüyor.
'Yine
ağlıyorsun...Ne kadardır saklıyorsun peki?' (Ağlıyorum
gerçekten yine. Ne kadardır saklıyorum onları sahi? Kaba
hesapla yirmi yıldır. Peki ne hatırlıyorum onlara
ve ona dair? Ne kaldı o sevişmeden omzumdakiler dışında.?
Karanlıkta sevişme alışkanlığı, rengarenk
şallar, omzuma dokunulunca irkilme huyu... Başka? Çekici miydi,
yakışıklı mıydı? Değildi sanırım,
yorğundu ama, bıkmış ve bırakılmıştı.
Bu yüzden yakın bulup öyle hemencecik soyunup da girivermiştim
heralde koynuna. Gençken insan ne olursa olsun sevişemeyecek kadar
yorgun olmuyor demek ki. Aldırmam, etkilenmem sanmıştım
ama sonradan çok yanmıştı canım. Herhangi bir söz,
koku, bir bakış yok o geceden zihnimde, sadece omzumdakiler
var. açık bir pencere, dalgalanan tüller vardı sanki ama öyle
miydi gerçekten, yoksa sonradan ben mi uydurdum emin olamıyorum.
Sevişmeyi mi bilmiyordum, korktum mu, tenini, hızını
mı yadırgadım, kim bilir neydi-ne oldu, uyum sağlayamadım
ona önce. İşte o zaman çekilip üstümden yanıma uzandı.
Koluna yatırdı beni. Parmağının ucuyla sol
omuz başıma halkalar çizmeye başladı. Üç tane, on
tane değil, yüzlerce halka çizdi omzuma. Ve ben, burnumu koltukaltına
sokup halka şeklinde olan ne varsa aklımdan geçirdim o akşam:
akşam simidi-sıcak, mis kokulu, çıtır çıtır-,
sigaramın dumanından çıkan halkalar-yükseldikçe genişleyen,
bazan dağılmadan ta tavana dek yükselen ve oraya çarpıp
mavi bir buluta dönüşen, sıır ve duruşuyla
kitaplarda hemen göze çarpan, elyazısında bir türlü tam bir
yuvarlak olamayan "o" hari, eskidikçe lastikleri kenarlarından
atan tokalarım... Yüzlerce halka çizdi omzuma usul usul parmağının
ucuyla ve sonraları ben herşeyi sildim de halkaları silemedim
işte. Onlar öyle, hem omzumda hen zihnimde kalakaldılar. Sakladım
ben de.)
"Neredeyse
yirmi yıldır. Peki sen ne zaman gördün onları?"
"arkında
değilsin belki ama ilk tanıştığımız
günden beri sakınıyorsun sol omzunu benden. İlk zamanlar
dokunulmaktan mı hoslanmıyor dedim; ama öyle sokulgan ve kolumu
sol omzuna atmadığım sürece öyle uysaldın ki nedenin
bu olmadığını anladım. Üstelik bu davranışın
sır bana yönelik olmadığını da gördüm,
kim yaklaşsa sol omzuna, kim'naber?' diye şöyle bir dokunsa
tedirgin oluyordun. Yaz gelince omuzlarını allı dallı
şallarla örter oldun. Çok nadir açıkta bırakıyordun
onları aslında ve biri dikkatle baktığında
da rahatsız oluyordun. Karanlıkta sevişmemiz var bir
de. Merak eder oldum gitgide bakıp da göremediğim neydi. Ama
soramadım da. Belli belirsiz uzaklaştırdı bu beni
senden, ikiyüzlü hissettim kendimi seni omuzların açıkta yakalamak
için izlerken. Korktum da: öğreneceğim her ne ise ondan, öğrendiğimi
öğrenmenden, seni kaybetmekten. Sonra bu sabah gördüm onları.
Sen masa başında gazete okurken. Okumaya dalmıştın
ve gazete yüzünü kapatırken iki omzunu da açıkta bırakıyordu.
Beni görmeye davet eder gibiydin, sanki sıkılmış
ve yorulmuştun sakladığın her neyse onu saklamaktan,
'hadi gör artık' diyordun. Baktım ben de. Dakikalarca. Bir
sağ omzuna bir sol omzuna. Neredeydi ark, neydi sol omzunu
dokunulmaz kılan; en sonunda gördüm. Önce tek bir tane sandım
ama sonra hayranlıkla, kıskançlıkla, irkilerek aslında
tek bir tane değil yüzlerce halka olduğunu; her birinin üst
üste ama ayrı ayrı, özenle saklanışının
onları tek bir tane gibi gösterdiğini gördüm. Dışarı
çıkıp yürüdüm sonra biraz. Bir sürü soru oluştu kaamda,
kıskançlık ve ağzısıkılığın
da cabası. arkettim ki tüm bu soruları cevaplayabilecek
olan yalnız sensin. Az önce omzundaki halkaları gördüm dediğimde
öyle çabuk doldu ki gözlerin sana söylemekle hata mı ettim, gitmemi
mi istersin bilmiyorum. Bana daha azlasını anlatabilirsin
ya da bu konuda tek söz etmeyebilirsin, ama seni sevdiğimi bil.'
Koltuğun
ucunda, her an kalkıp gidecekmiş gibi oturuyor. Ağlamıyorum
artık. Hala ayaktayım ama. Belki de yıllardır halkaları
görebilen tek insan olduğu için seviyorum onu. Gülümsüyorum.