Ozan'a
Swing:
Cazda, aynı anda hem temponun hızlanacağı izlenimini
veren, hem de tempoya sadık kalındığı duygusu
uyandıran esnek vuruşlar, ritmin sürekliliğini dinleyiciye
hissettirmelidir. Bu tür bir gerilme gevşeme diyalektiğine
'swing' adı verilir.
Onu
insanlardan ayrı ve uzakta tutan, otobüsün demir benzin kokan hırıltılarından
çok, insanların bıkmadan usanmadan oynadıkları yer
kapmacada oyun dışı kalmasıdır.
Peki,
gerçekten de oyun dışı mıdır?
Otobüse
binemeyip, yer de kapamayan insanlar azaldıkça bu yarış
hep kızışır. Ellerindeki biletlere ödedikleri paradan
olsa gerek, bütün yolcular oturmamalarının kendilerine yapılan
bir haksızlık olduğunu düşünürler. Onunsa, ne elinde
bilet, ne de cebinde para olduğu düşünülürse, oturmak gibi
bir lükse tavrını çıkarmak zor olmasa gerek.
Son
iki üç kişi kalınca hep aynı şeyi düşünür;
birkaç şişe toparlayıp, bu seerlik biletle binmek. Bilet
dediğin dört, bilemedin beş şişelik iştir.
Ama böyle durumlarda inat damarı ağır basar, parasız
ve pulsuz hayatın nimetlerini şöyle bir yoklar.
Bazen
ellerindeki biletler yüzünden bu insanları kıskandığını
bile düşünür. Kıskanmasa bile, bu insanlara karşı
olumsuz bir tavır takındığı kesindir. Para
takıntısı da bir bakıma bu tavırla ilgilidir:
"İnsan paralandıkça paralanır."
Otobüs
yavaştan hareket edince, tek başına kaldığını
ark eder. Bocalamaya ırsat bulamadan kendisini otobüsün basamağında
bulur.
Her
seerinde, bunca endişenin boşuna olduğu bir kez daha
düşünür. Bütün sıkıntı, bir dahaki kaçak yolcu eylemine
dek durakta kalır.
Aslında
onu insanlardan ayrı tutan bu yasadışı harekettir.
Yoksa, oyun dışılık ilan hikayedir. 'Oyundışılığı
oynuyor olmak' doğru teşhis denebilir.
Boş
koltukların tüm çekiciliğine karşın oturmaz. Boşu
boşuna homurdandıktan sonra, her biri birer koltuk sahibi
olmuş insanlara bakar. Her birinin yaramazlık yapmış
çocuklara ne kadar çok benzediklerini düşünür. Bu oyununun en
iyi ezberlenmiş bölümlerinden biridir.
Gülümsemesi
içinde, gözleri uzaklardadır.
…
Konserin
başlamasına daha yarım saatten azla vardır. Bunu,
her hata bu dakikalarda meydana yayılan müzikten anlamıştır.
Her cuma, konserin başlamasından iki saat öncesinden yarım
saat öncesine kadar, aynı kaset konulur, sesle ilgili bütün ayarlar
bu parçalara göre yapılır. Bu arada müzik insanların
hemen dikkatini çeker, öbek öbek insan sahneyi oluşturan setin
önünde birikir.
Ortalıkta
şimdilik kimsecikler görünmüyordur. Ancak setten ve sesten sorumluların,
yürüyüşlerini bile değiştiren tavırları, ortalığı
şimdiden doldurmuştur.
Konsere
kadar, bir şeyler atıştırmak adettendir. Bu iş
için de en uygun yer parktır. Çöp kutularının üzerlerine
bırakılanlar, içine atılanları alamayanlara bırakılır.
Sağ elle şöyle bir yoklanan kutunun içinde ne var ne yok anlaşılır.
Yarısı
kabuğunda kalmış bir patatesi, kabıyla birlikte
çıkartıp, kabını kutuya geri atar. Altı yedi
kutudan sonra, kendisine ve parkın çocuklarına yetecek kadar
yiyecek toplamıştır. Hepsini teker teker ayıklar,
ayırır.
Yaptığı
işin, çevredeki insanlar tiksindirici geldiğinin arkındadır.
Amacı da budur zaten: "Açlara örnek, toklara ibret!"
Kendisine
yarımdan biraz az simitle, karton bir kutunun dibinde kalmış
ayranı alıp, gerisini başına toplanıveren çocuklara
bölüştürür. Tartıcı, selpakçı, sucu, dilenci ve
tinerci çocuklar, birbirlerinden kaçırırcasına, küçücük
ağızlarına koca koca lokmaları doldurup, karınlarını
doyururlar. Cuma günleri onlar içinde, iple çekilir cinstendir. Kalabalıkta
hem cepleri para görür, hem de kurulan sahnede bol bol oynarlar. Evi
olanlar, akşam eve döndüklerinde, şarkıcı kızın
neler giyinip, neler söylediğini ballandıra ballandıra
anlatırlar.
Pasaklı
Amca'larına gelince, o çoktan elinde ayranı her zamanki yerine
kurulmuştur. Ön grup olarak sahne alan, basamakları çıkıp
çıkıp inen çocukları seyretmektedir.
Orkestra
yerini alıp, kısa bir giriş yaptıktan sonra şarkıcı
kız sahne alır. Arabaların açık pencerelerinden
ışkıran şarkılardan birini söylemeye başlar.
Kimileri melodiyi kavrar kavramaz, alkışlamaya başlar,
kimileriyse hoşnutsuzluklarını haykırırcasına
ayağa ırlayıp, topluluktan ayrılırlar. Şarkıcı
kız yaptığı hatayı anlar, ama birazcık
geç kalmıştır. Heyecandan olacak konserin başında
söylemesi gereken cümleyi atlamıştır. Şarkı
biter bitmez, hatasını düzeltir: "Konserimizin başında
seslendireceğimiz iki-üç popüler parçadan sonra caz parçalarımıza
geçeceğiz"
"Popüler"
parçalar kazasız belasız, hai kızarıklıklarla
atlatılır. Parçalar her hata aynıdır, ama sıraları
değişiktir. Şarkıcı kız caz parçaları
söylerken çok daha rahattır. Bazı kısımları
gereksiz yere uzatsa da bunu kimse anlamaz. O da bu anlaşılmamanın
arkındadır.
Konser
süredursun, biraz önceki ziyaetten tanıdık iki yüz, birbirleriyle
didişe didişe önümüzden geçer. Kardeşine diye kaptığı
ucundan ısırılıp bırakılmış
ekmek arası köteyi midesine indiren abi, kardeşini çeke çeke
götürmeye çalışmaktadır. Kardeş kalmakta diretir.
Abi, kardeşle baş edemeyince, torbasından çıkardığı
tartıyla hırkayı, küçük kızın eline tutuşturup
gider. Kardeşimiz, elindekilerle koşup oynayamayacaktır.
Aklı koşturup oynayanlarda, geri geri gelip, biraz önce karnını
doyuran Pasaklı Amca'nın yanına oturur. Konser boyunca,
şarkıcı kız çırpındıkça, tartıcı
kız hıçkırır.
Pasaklı
Amca'nın gözleri davulcuya kilitlenmiştir. Her hata ilgisi,
orkestradan birisinde kendiliğinden yoğunlaşır.
Bir buçuk saat sonunda, bütün hareketler ve tavırlar en ince ayrıntısına
kadar ezberlenir.
Davulcunun
hareketlerine nasıl olup da bugüne dek dikkat etmediğine şaşırır.
Davulcu çaldıkça kendisinden geçmekte, parçalar geçtikçe çabası
artmaktadır.
Caza
olan ilgimiz, geçen sene Açık Hava Tiyatrosu'ndaki bir konseri
Maçka parkında dinledikten sonra depreşmiştir. Daha sonraları,
sokaktan bulduğumuz bir kitapçıktan kaptıklarımızın
da etkisiyle bu ilgi artmıştır. Her cuma buraya sektirmeden
gelir, kitapçıktan okuyup bir türlü akıl erdiremediklerine
kaa yorar durur.
Bir
ara, gözümüz hâlâ davulcudayken, bütün orkestra susar ve davulcumuz
ağırdan bir solo atmaya başlar. Ve iyice havaya girdikten
sonra, swinge gelir sıra. Gerçi, swinge gelip gelmediğimizden
bir türlü emin olmaz ama, davulcunun vuruşlarındaki "...temponun
hızlanacağı izlenimini veren esnek"lik bu olsa gerektir.
Solonun ardından, temponun değişir gibi olup da değişmediği
noktayı kavrar gibi olsa da, "şurada swing yaptı"
diyemez.
Her
hata böyle olur; "son parçamız"dan sonra, alkış
gelse de gelmese de, üç şarkı daha çalınır.
Tartıcı
kız, önümüzde oynaşan çocuklara aldırmadan, şarkıcı
kızın taklidini yapmaktadır. Şarkıcı kızdan
kaptığı dudak hareketlerini, bütün vücuduna yayarak,
yaylanır. Pasaklı Amca ise; davulcu, tartıcı, şarkıcı
arasında gidip gelmektedir. Gözü birden yanında durmakta olan
kırmızı bir karanile ilişir. Karanil, biraz önce
yanımızda kikirdeşen sevgililerden kalmadır. Bu
tür durumlarda amcamız, yaşından beklenmedik ataklıklar
gösterir. Hemen karanili kapıp, dudaklarını oynatmakla
meşgul tartıcıya uzatır. Kız çiçeğin gerçekten
de kendisine verildiğini sanır. Ancak, durumu çabuk kavrar.
Şarkıcı kıza vermek üzere ayağa ırlar.
Şarkıcı
kız, "bu hatalık da bu kadar"la en çok alkışını
alır. Eğilir. Burnunun ucunda kırmızı bir şey
ark eder. Önce çiçeği alır, alkışlanır; kızı
kucağına alıp öper, alkışlar artar; arkaya
gider, alkışlar biter.
…
Gökyüzü
kızıldan lâciverde dönerken o, cepleri zenginlerin gittiği
lokantaların attığı şarap şişelerinden
damıttığını şişesine doldurmuş,
her akşamki köşesinde kurulmuştur. Günün yorgunluğunun
üzerine, şişeden bir ırt çeker. İkinci yudumun
ağız dolusu oluşu, yorgunluğun henüz geçmemesindendir.
Bu, bütün gece böylece sürer gider.
Gözlerini,
önündeki yapmacık eğlencelere sonsuza dek yuman müzisyen,
akordeonuyla çoğu geceler ilk olarak çaldığı parçadan
başladığında o, elindeki kâğıda, kitapçıktan
bir şeyler yazmaya başlamıştır bile.
İlk
şarkı bitmeden, yaptığı alıntı biter,
kitapçığı iç cebine koyar. İkinci şarkıyla
birlikte nasıl başlayacağını düşünürken,
bir iki yudum daha alır.
Coşkusuz
alkışlardan, bu akşam da çalınan parçaların
içerdekileri ilgilendirmediğini çıkarır.
Dışarıdadır.
Bu
ilgisizlik yüzünden olsa gerek, asıl metne; insanlara biraz olsun
kırgın başlar. "Oyun dışı"lığı
yazarken de aklında hep bunlar vardır.
Her geceki
gibi yazdıklarının hep aynı şeyler olduğu
düşünür. Bu yüzden de sabah, hani şu yürüyüp gidip de, otobüsle
dönmek zorunda kaldığı gezinin ayrıntılarını
kendine saklar. Yine de çok dayanamaz, yarın olmazsa öbür gün,
araya bir yerlere kesin sıkıştırır.
Her
şarkı, her gece, her hayat, her yazı biter. Çakırkeyilik
de insanı rahat kılar. Artık içkiyle birlikte yazı
da bitmek üzeredir. Biten her şey insanı üzer.
Birazdan
şişeyi kaasına dikecek, kâğıdı katlayıp
şişenin içine koyacak, mantarı kapatıp, şehirde
yaşanılanların küçük bir özeti saydığı
çöp kutularından birine bırakacaktır. Belki de yazının
sonuna bu gece uyumadan denemeyi düşündüğü swingi ekler. "Gerilme-gevşeme
diyalektiğine" aklı ermez ama hayatının "tempoya
sadık kalındığı duygusu uyandıran esnek
vuruşlar"dan oluştuğuna emin gibidir.
Yarın
kalktığında, yine yazının sonunu hatırlamaya
çalışır. Boşverir.