Swing

Akın Sevinç

 

Ozan'a

        Swing: Cazda, aynı anda hem temponun hızlanacağı izlenimini veren, hem de tempoya sadık kalındığı duygusu uyandıran esnek vuruşlar, ritmin sürekliliğini dinleyiciye hissettirmelidir. Bu tür bir gerilme gevşeme diyalektiğine 'swing' adı verilir.

        Onu insanlardan ayrı ve uzakta tutan, otobüsün demir benzin kokan hırıltılarından çok, insanların bıkmadan usanmadan oynadıkları yer kapmacada oyun dışı kalmasıdır.
        Peki, gerçekten de oyun dışı mıdır?
        Otobüse binemeyip, yer de kapamayan insanlar azaldıkça bu yarış hep kızışır. Ellerindeki biletlere ödedikleri paradan olsa gerek, bütün yolcular oturmamalarının kendilerine yapılan bir haksızlık olduğunu düşünürler. Onunsa, ne elinde bilet, ne de cebinde para olduğu düşünülürse, oturmak gibi bir lükse tavrını çıkarmak zor olmasa gerek.
        Son iki üç kişi kalınca hep aynı şeyi düşünür; birkaç şişe toparlayıp, bu seerlik biletle binmek. Bilet dediğin dört, bilemedin beş şişelik iştir. Ama böyle durumlarda inat damarı ağır basar, parasız ve pulsuz hayatın nimetlerini şöyle bir yoklar. 
        Bazen ellerindeki biletler yüzünden bu insanları kıskandığını bile düşünür. Kıskanmasa bile, bu insanlara karşı olumsuz bir tavır takındığı kesindir. Para takıntısı da bir bakıma bu tavırla ilgilidir: "İnsan paralandıkça paralanır."
        Otobüs yavaştan hareket edince, tek başına kaldığını ark eder. Bocalamaya ırsat bulamadan kendisini otobüsün basamağında bulur.
        Her seerinde, bunca endişenin boşuna olduğu bir kez daha düşünür. Bütün sıkıntı, bir dahaki kaçak yolcu eylemine dek durakta kalır.
        Aslında onu insanlardan ayrı tutan bu yasadışı harekettir. Yoksa, oyun dışılık ilan hikayedir. 'Oyundışılığı oynuyor olmak' doğru teşhis denebilir.
        Boş koltukların tüm çekiciliğine karşın oturmaz. Boşu boşuna homurdandıktan sonra, her biri birer koltuk sahibi olmuş insanlara bakar. Her birinin yaramazlık yapmış çocuklara ne kadar çok  benzediklerini düşünür. Bu oyununun en iyi ezberlenmiş bölümlerinden biridir.
        Gülümsemesi içinde, gözleri uzaklardadır.

        …

        Konserin başlamasına daha yarım saatten azla vardır. Bunu, her hata bu dakikalarda meydana yayılan müzikten anlamıştır. Her cuma, konserin başlamasından iki saat öncesinden yarım saat öncesine kadar, aynı kaset konulur, sesle ilgili bütün ayarlar bu parçalara göre yapılır. Bu arada müzik insanların hemen dikkatini çeker, öbek öbek insan sahneyi oluşturan setin önünde birikir.
        Ortalıkta şimdilik kimsecikler görünmüyordur. Ancak setten ve sesten sorumluların, yürüyüşlerini bile değiştiren tavırları, ortalığı şimdiden doldurmuştur.
        Konsere kadar, bir şeyler atıştırmak adettendir. Bu iş için de en uygun yer parktır. Çöp kutularının üzerlerine bırakılanlar, içine atılanları alamayanlara bırakılır. Sağ elle şöyle bir yoklanan kutunun içinde ne var ne yok anlaşılır.
        Yarısı kabuğunda kalmış bir patatesi, kabıyla birlikte çıkartıp, kabını kutuya geri atar. Altı yedi kutudan sonra, kendisine ve parkın çocuklarına yetecek kadar yiyecek toplamıştır. Hepsini teker teker ayıklar, ayırır.
        Yaptığı işin, çevredeki insanlar tiksindirici geldiğinin arkındadır. Amacı da budur zaten: "Açlara örnek, toklara ibret!"
        Kendisine yarımdan biraz az simitle, karton bir kutunun dibinde kalmış ayranı alıp, gerisini başına toplanıveren çocuklara bölüştürür. Tartıcı, selpakçı, sucu, dilenci ve tinerci çocuklar, birbirlerinden kaçırırcasına, küçücük ağızlarına koca koca lokmaları doldurup, karınlarını doyururlar. Cuma günleri onlar içinde, iple çekilir cinstendir. Kalabalıkta hem cepleri para görür, hem de kurulan sahnede bol bol oynarlar. Evi olanlar, akşam eve döndüklerinde, şarkıcı kızın neler giyinip, neler söylediğini ballandıra ballandıra anlatırlar.
        Pasaklı Amca'larına gelince, o çoktan elinde ayranı her zamanki yerine kurulmuştur. Ön grup olarak sahne alan, basamakları çıkıp çıkıp inen çocukları seyretmektedir.
        Orkestra yerini alıp, kısa bir giriş yaptıktan sonra şarkıcı kız sahne alır. Arabaların açık pencerelerinden ışkıran şarkılardan birini söylemeye başlar. Kimileri melodiyi kavrar kavramaz, alkışlamaya başlar, kimileriyse hoşnutsuzluklarını haykırırcasına ayağa ırlayıp, topluluktan ayrılırlar. Şarkıcı kız yaptığı hatayı anlar, ama birazcık geç kalmıştır. Heyecandan olacak konserin başında söylemesi gereken cümleyi atlamıştır. Şarkı biter bitmez, hatasını düzeltir: "Konserimizin başında seslendireceğimiz iki-üç popüler parçadan sonra caz parçalarımıza geçeceğiz"
        "Popüler" parçalar kazasız belasız, hai kızarıklıklarla atlatılır. Parçalar her hata aynıdır, ama sıraları değişiktir. Şarkıcı kız caz parçaları söylerken çok daha rahattır. Bazı kısımları gereksiz yere uzatsa da bunu kimse anlamaz. O da bu anlaşılmamanın arkındadır.
        Konser süredursun, biraz önceki ziyaetten tanıdık iki yüz, birbirleriyle didişe didişe önümüzden geçer. Kardeşine diye kaptığı ucundan ısırılıp bırakılmış ekmek arası köteyi midesine indiren abi, kardeşini çeke çeke götürmeye çalışmaktadır. Kardeş kalmakta diretir. Abi, kardeşle baş edemeyince, torbasından çıkardığı tartıyla hırkayı, küçük kızın eline tutuşturup gider. Kardeşimiz, elindekilerle koşup oynayamayacaktır. Aklı koşturup oynayanlarda, geri geri gelip, biraz önce karnını doyuran Pasaklı Amca'nın yanına oturur. Konser boyunca, şarkıcı kız çırpındıkça, tartıcı kız hıçkırır.
        Pasaklı Amca'nın gözleri davulcuya kilitlenmiştir. Her hata ilgisi, orkestradan birisinde kendiliğinden yoğunlaşır. Bir buçuk saat sonunda, bütün hareketler ve tavırlar en ince ayrıntısına kadar ezberlenir.
        Davulcunun hareketlerine nasıl olup da bugüne dek dikkat etmediğine şaşırır. Davulcu çaldıkça kendisinden geçmekte, parçalar geçtikçe çabası artmaktadır.
        Caza olan ilgimiz, geçen sene Açık Hava Tiyatrosu'ndaki bir konseri Maçka parkında dinledikten sonra depreşmiştir. Daha sonraları, sokaktan bulduğumuz bir kitapçıktan kaptıklarımızın da etkisiyle bu ilgi artmıştır. Her cuma buraya sektirmeden gelir, kitapçıktan okuyup bir türlü akıl erdiremediklerine kaa yorar durur.
        Bir ara, gözümüz hâlâ davulcudayken, bütün orkestra susar ve davulcumuz ağırdan bir solo atmaya başlar. Ve iyice havaya girdikten sonra, swinge gelir sıra. Gerçi, swinge gelip gelmediğimizden bir türlü emin olmaz ama, davulcunun vuruşlarındaki "...temponun hızlanacağı izlenimini veren esnek"lik bu olsa gerektir. Solonun ardından, temponun değişir gibi olup da değişmediği noktayı kavrar gibi olsa da, "şurada swing yaptı" diyemez.
        Her hata böyle olur; "son parçamız"dan sonra, alkış gelse de gelmese de, üç şarkı daha çalınır.        
        Tartıcı kız, önümüzde oynaşan çocuklara aldırmadan, şarkıcı kızın taklidini yapmaktadır. Şarkıcı kızdan kaptığı dudak hareketlerini, bütün vücuduna yayarak, yaylanır. Pasaklı Amca ise; davulcu, tartıcı, şarkıcı arasında gidip gelmektedir. Gözü birden yanında durmakta olan kırmızı bir karanile ilişir. Karanil, biraz önce yanımızda kikirdeşen sevgililerden kalmadır. Bu tür durumlarda amcamız, yaşından beklenmedik ataklıklar gösterir. Hemen karanili kapıp, dudaklarını oynatmakla meşgul tartıcıya uzatır. Kız çiçeğin gerçekten de kendisine verildiğini sanır. Ancak, durumu çabuk kavrar. Şarkıcı kıza vermek üzere ayağa ırlar.
        Şarkıcı kız, "bu hatalık da bu kadar"la en çok alkışını alır. Eğilir. Burnunun ucunda kırmızı bir şey ark eder. Önce çiçeği alır, alkışlanır; kızı kucağına alıp öper, alkışlar artar; arkaya gider, alkışlar biter.
        …
         Gökyüzü kızıldan lâciverde dönerken o, cepleri zenginlerin gittiği lokantaların attığı şarap şişelerinden damıttığını şişesine doldurmuş, her akşamki köşesinde kurulmuştur. Günün yorgunluğunun üzerine, şişeden bir ırt çeker. İkinci yudumun ağız dolusu oluşu, yorgunluğun henüz geçmemesindendir. Bu, bütün gece böylece sürer gider.
        Gözlerini, önündeki yapmacık eğlencelere sonsuza dek yuman müzisyen, akordeonuyla çoğu geceler ilk olarak çaldığı parçadan başladığında o, elindeki kâğıda, kitapçıktan bir şeyler yazmaya başlamıştır bile.
        İlk şarkı bitmeden, yaptığı alıntı biter, kitapçığı iç cebine koyar. İkinci şarkıyla birlikte nasıl başlayacağını düşünürken, bir iki yudum daha alır.
        Coşkusuz alkışlardan, bu akşam da çalınan parçaların içerdekileri ilgilendirmediğini çıkarır.
        Dışarıdadır.
        Bu ilgisizlik yüzünden olsa gerek, asıl metne; insanlara  biraz olsun kırgın başlar. "Oyun dışı"lığı yazarken de aklında hep bunlar vardır.
        Her geceki gibi yazdıklarının hep aynı şeyler olduğu düşünür. Bu yüzden de sabah, hani şu yürüyüp gidip de, otobüsle dönmek zorunda kaldığı gezinin ayrıntılarını kendine saklar. Yine de çok dayanamaz, yarın olmazsa öbür gün, araya bir yerlere kesin sıkıştırır.
        Her şarkı, her gece, her hayat, her yazı biter. Çakırkeyilik de insanı rahat kılar. Artık içkiyle birlikte yazı da bitmek üzeredir. Biten her şey insanı üzer.
        Birazdan şişeyi kaasına dikecek, kâğıdı katlayıp şişenin içine koyacak, mantarı kapatıp, şehirde yaşanılanların küçük bir özeti saydığı çöp kutularından birine bırakacaktır. Belki de yazının sonuna bu gece uyumadan denemeyi düşündüğü swingi ekler. "Gerilme-gevşeme diyalektiğine" aklı ermez ama hayatının "tempoya sadık kalındığı duygusu uyandıran esnek vuruşlar"dan oluştuğuna emin gibidir.
        Yarın kalktığında, yine yazının sonunu hatırlamaya çalışır. Boşverir.

 

Öyküden bir bilet : gidiş-dönüş