Onun da Bir Gözlemci Olduğunu Biliyordum

Önay Çokluk

 

        Kabusun erken saatlerde başlamış. Habersiz bir yolculuğa çıkmışsın. Uzak ülkenin masalları. Bir gün yüreğine ineceksin yaşamın!
        Yanında olduğum için gizliden bir minnet duyuyordu şimdi. Hani vurulsa,  kan akmaz mıydı,hani ben ne olsa,ne değişse orada olur, kaybettiğinin peşinde durmaz mıydım? İşte buydu yüreğini kaldırması gereken, kör bir minnet değil bedeli. Çünkü sen  O'nu tanımıyordun.
        Onun da  bir gözlemci olduğunu biliyorum. Ne zaman seni ansam, tavanda asılı bir lamba, bir ceset ve boşlukta sallanan bir ip görüyorum başımıntam  üzerinde Gidenleringeride kalanı, gidenden kalan. Oysa, onun da bir gözlemci olduğu gerçeğinden uzaksın. Bilmem belki de yüreğinde oturuyor, benim tepemde. Bu yüzden, bir adım öteye, o kabusa düşmen  sadece küçük bir ihtimalolarak kalmadı hiç.
        Bilmen gerekmiyor, ama çok yorgunum. Apar topar yolunda çevrilmişliğin acelesi  var bende. O kısık lambalara, kuytulara,  adını bilmeyen ormanlara uzanan  görünmez ellerim. Körktuğum sadece gülüşün. Yani, hayat kötü  bir şaka gibi, ıssız bir oyun gibi. Hayatın beni nerelere ırlattığını biliyor musun?  Hani  terminal yolcuları, bekledikleri, bekleyenleri, kendilerine ait olanları ve hepsinden öte gidebilecekleri yerleri vardır. Oysa sen, en azla, bir yolculuğun  tam ortasındasındır. Hayattan sadece birkaç dakika  istersin, biraz olsun düşünmemek için durmak zorundasındır.  Zamanın ince bir çizgi gibi içinden geçmesini,  yüreğini ikiye bölmesini beklemen gerekir. Çaban bir kez daha ondan geçmek değildir. Ve bıraktığın onca şeye rağmen, bu yolculuğun bir sonu olacağını  bilirsin. İşte hayat,  artık  beni  hiçbir terminalde beklemiyor.
        Kabusun erken başlamıştı ve durmadan aşklarını savunuyordun karşımda. Benim hiç savunulacak bir aşkım  olmadı. Senin direttiğin güzellik  işte bu yüzden, hep  bir başka ceset, başka  bir boşluk duygusu uyandırdı bende. Nasıl anlatılması gerektiğini bilirdin. Bense, savunacak aşkım olmadığından böyle karşılardım seni. İki elimi,  çaresiz, iki  yana sallayarak. Gözlemcilere hepyenilerini ekleyerek.
        Dostlar ve sevgililer bu yaralar  için vardır. Ruhun güzelleşmesi, duyurulması gerekir. Tapınağın kapısını özel olan açar. Gizemli yolculuğun sözleri verilir, bu sözler dünyadaki her şeyden ve herkesten  önemlidir.  O ülkenin adı geçer her yerde. Ruhun  doyurulup, insan içine çıkarılması için buna gereksinilir. Oysa, apansız sapar yollar, açılan kapılar öylece kalır ve  üşümesi başlar insanın. Sevgili, boynuna dolanan ipin ucunda kendi boşluğunu yaşar. Diğerine  artık  sadece, sessizliğe ses vermek kalmıştır. O karanlıkta tutunup ilerlemek için,  tutunup arınmak  için. Dostlar ve sevgililer hep bir üçüncü için vardır. Aşklarının üçlemesi içimdeki  kayboluşu artırdı  bu yüzden ve sadece garip bir boşluk duygusu uyandırdı bende. Rüzgarda yalpalanmaktan yorulmuş, titreyen  ışığına tüm ruhunu gizlemiş kırık bir lamba oldu gidenler ve gidenini geriye kalanı artık.
        Nasıl anlatılması gerekirdi yaşamın, hiçbir terminalde beklemeyen, içimi kaldıran, şimdilik ertelediğimi acımasızca esirgeyen yaşamın?
        Ne  tuha, benim savunacağım başka duygularım da yoktu. Çocukluğumun uçuruma inen salınacağı yüzünden, ona yazdıklarım  her seerinde "parçalanarak ölmekten hiç korkmuyorum" oluyordu ancak. Hissetmekten yana kaygılarım oluşmuyordu, hissedemiyordum.
        Senin için bir üçüncü olduğum günler, gidenin kalanına hiç dokunmadım. Zamanın ikiye böldüğü birkaç dakikanın içerisinde sanırım buna hiç hakkım yok. Apar topar minnettarlığına duruyorum hepsi bu. Bir daha aşklarını savunma gereği duymaman olasılığı beni ürkütüyor, buz kesiyorum olduğum yerde. Uzak ülke beni bekliyor ve onun da bir gözlemci olduğunu biliyorum.
        Ne zaman seni ansam onlardan biri olmak istiyorum. Her seerinde yazdıklarını, "bu kesin tavrı korumak  adına kendi sesime ses vermek" oluyor. Çocukluğumun dağılan yüzünü  kimseye teslim etmek istemiyorum ve bana her gelişinde, ellerimi iki yana açarak sallıyorum çaresiz.
        Sabırla bekliyorum direttiğin güzelliğin yaşamını kaplaması  için. Belki de en çok aşklarını savunuşuna güvenmek, en azla bu yanını sevmek istiyorum.
        Gidenin adı uzak  ülkedir ve bunun için vardır  sadece, dostlar ve sevgililer. Hep bir üçüncü için başlar hayat yeniden.
        Oysa yok insanlar, yok masallar düşlediğin
        Masalmışsın, bir varmış bir yokmuş yüreğin.
        Kayıtlarda adın geçmiyor, kendin bakmak  bile istemiyorsun. Öyle buyurdular ve bunu değişeceği yok. Anımsıyorum ilk seerinde, ne çok şaşırmıştın. Annen vardı yanında, solgun bir kadındı. Bir ona, bir bu taraa  bakıyordun yalvaran gözlerle. Sonra köşedeki tahta bankın üzerinde, incecik bacakların karnına çekilmiş, ak pak kolların yüreğininüstünde, sessiz sessiz ağlamıştın. Adın kayıtlarda geçmiyordu. Şimdi,  kendin bakmak bile istemiyorsun.
        Resmi açıklamalar hep bunun üstüne kuruluydu. Bunun için sen kimsenin olamazdın. Senin için bundan böyle, aşk yoksa ağaçlar da yoktu.
        Nedense hep ellerin kalmış aklımda, yüreğine basıp gezen. Şaşkın, duygulu ama  çirkin. Annen solgun bir kadındı. Günlerce  gelip gitmiştiniz. Önce hep birlikte, sonra yalnız sen. Her gün öğle üzeri sessizce  ilişirdi çırpı bedenin o tahta banka. Belli belirsiz bir heyecan, umut ve korku yumağı olurdun hemen. Koridordan geçirilen her kağıt parçasında, kabustan uyanır gibi irkilir ve salardın kendini. O karmaşık yürek çözülüverirdi.
        Bir gün göz göze gelmiştik. Belki benim yerimde olabilmek için her şeyini eda etmeye hazırdın. Bu kez dudaklarına yöneldi ellerin. Bacakların sarktı, bakışların soldu. Her gün öğle üzerleri, şu soluk ışıklı koridorda hiç olmamışsın, hiç ağlamamışsın gibi uçup  gitti çarpıkbedenin. Ayak sürüyerek, ayak direyerek değil.
        İşte artık listelerde adın olmadığından, senin için ağaçlar da yoktu.
        Uzun süre arkında bile olmadan, senin gibi yüreği elinde, eli yüreğinde birini arar oldum. Çirkin elli, çalı bacaklı ama alabildiğine güzel. arkına varmadan, öğle üzeri her gün, o bankın bir köşesinde ağlar buldum kendimi. Her kağıt parçasına adın için baktım ve her seerinde ağaçlar benim için de teker teker yok oldu.
        Aşk yoksa, onlar da yoktu. Onlar yoksa da insanlar...
        Sonra bir gün apar topar yakalamışlar seni. Annenin yüzünü anımsamıyordun. Öyle çok kaçmıştın ki; sinsi bir güç yerleşmişti bedenine. Artık ayak diriyorsun.
        O tahta bankın önünde ellerin iki beyaz güvercin gibi havalandı. Sonra, avluda taşlandın sankı, vazgeçtin. İki yana düştüler. Beni tanımadın bile.
        Listelerde adın geçmiyordu, kendin bakmak bile istemedin. Şimdi, apaçık, uluorta ve kendinden emin, koridorun en aydınlık yerinde duruyorsun. Seni almaya kimse  gelmedi. Aitin, aitliğin olmadığından artık sen de yoktun.
        Aşık yoksa, ağaçlar da yok ve insanlar bile, yaşam listelerinde hala adını geçmiyor. Annemin yüzünü anımsamıyorum. Bir varmışım bir yokmuş. Bir varmış bir yokmuş yüreğim.
        Ben sevgili, tutunmaktan korkarım.
        Seni her görüşümde nees alamadım
        Ve içimi parçaladı gülüşün.
        Koridorlar uzardı önümde ve binlerce basamak yükselirdi hep. Ben gizlerdim kendimi onca sesin, ışığın ve hareketin içine. Sesini duyardım kapıların ardında, çocuklara yaşamı anlatan sesini. Durup benzediğimizi düşünürdüm, çocuklarımızın da birbirine benzediğini. Onlar gideceğini bilmediklerinden sana gülümseyebilirlerdi, ben yapamazdım. Gene de bilmek istedim hep anlattığın yaşamı, onlara uzattığın elleri düşünürdüm ve bir telaş başlardı ardından. Gündeliğin ayrıntılarında boğulmuş, kırmızının hakim olduğu o koridorlarda nedenini çok da bilmediğim bir telaş yaşanıp tüketilirdi orada. Oracıkta, her gün veruldum ben. İçim kalktı onlarla birlikte, duvarlara yaslandım. Beni içine almayan duvarlara. Bulduğum en korunaklı köşelere dönmek zorunda kalırdım meraklı, çocuk yüzümü. Gözlerimi ellerimle beceriksizce saklayarak, lanetli bir duaya başlar, kendimi sese ve ışığa gizlerdim. Hayatımda ilk kez bir rengin beni bu kadar kuşatmasına izin verirdim. Yakalardın beni oysa, gülerdin. Güzeldin, gülerdin ve sanırım ellerin sıcaktı. Ben sevgili, ben tutanmaktan korkarım, hep korktum. Şu duvarlara sığınamamaktan, gizlenememekten ve sanırım  ellerinin sıcağından bile.
        Ve yok olurdu bir anda, o önümüzde aşılmaz duvarlar gibi yükselen basamaklar, yok olurdu çocukluğum bir kez daha. Yok olurdum.
        Sen bu koridorlarda yaşamın içine her karıştığında bir daha geri gelmemeni diledim. Tutunmaktan korktum, o çocuklarına anlattığın yaşamın benim için de var olmasından. Senin gitmenden ve hatta kalmandan. İçimde büyüyeni senin adına ve sen olmadan tamamlamaktan, ben sevgili, tamamlanmaktan korkarım.
        Acı dolardı içime ansızın, bir zamanın tam ortasında. Bir sorunun ya da, cevabı belki olmayan. Paramparça ederdi gülüşün yüzümü. Seni söküp atmak için başlardım yeniden, bir zaman ve başka zamanlarda, çizdiğim şekillerde acıyan yüreğimi bulurdum. Ellerimden kayıp giden kelimeler, çocuklarım, çocuklarımız. Ağlardım. Ama korkardım sevgili kapını açmandan, çocuklarından korkardım. Onlar seninle, benim bilemeyeceğim bir hayattan geçiyordu.
        Ve bir kez daha durmadım sesine, kaçtım senden, ışıklar yoktu artık. Duvarlardan uzak tuttum kendimi. Beni görmüş müydün aslında, sesimi duymuş muydun hiç, anlatacaklarımı durup dinlemek ister miydin? Beni gerçekten yakalamış mıydın, var mıydını?
        Oysa anlamı yoktu sevgili tutunamazdım, sana yıkıldığımı anlatamazdım. Maruz kalırdım sadece, hep gidişine maruz kalırdım.
        Sonra aylar geçti, aylar geçti ve yine de görürdüm yüzünü açılan bir kapının ardında, görmesem yaşayamazdım.
        Bir gün, sırtım sana dönüktü, gelmiştin. Bunlar neden anlatılırdı, bir terk ediş başladığı anda olmalıdır. Sanırım gülümsedim sana, sessizce kapattım kapıyı.
        Sen yokken bir avuç insana tahammül edemedim ve ne zaman görsem adını kayıtlarda, içimden bir parça yok oldu. Yok oldum, sadece seni değil, artık  kimseyi ve hiçbir şeyi sevemeyecek oluşuma hayretle bakakaldım.
        Bunları anlatmış mıydım sana sevgili, şimdi şurada kıvrılmış uyuyorsun, ben hala korkuyorum oysa.
        Beni sesin ve ışığın içinde bulamazdın, koridorlarda, yankılarda. Senden sonra değişen çok şey vardı. Çocuklarımı aldılar. Yazıp çizdiklerim çok daha karmaşık artık, dediklerine göre hayatın içinden daha da azla. Beni hiç sulamayacaktın. Hem unutmuştum yüzüme kanlı bir coğraya yerleştiren gülüşleri. Yüzümü unutmuştum, böylesi hem, hayatın içinden olurdu. Daha azla, daha daha azla. Sevgili ben tutunamamaktan yorulmuştum.
        Bir gün, gidişini anlattığın gibi anlattın bana. Sen neden şimdi buradaydın, neden ellerin hala sıcaktı, sesleri ve ışıkları anımsatıyordu? Onu düşündüm sonra, senden haberi olmayanı ve sevmek isteyeni. Onu düşündüm. Neden burada olduğumu. Bunları biliyor muydun sevgili, senin için onca zaman sonra, birinin gülüşünü yüzünde parçaladığımı ve belki de gerçekten artık bu hayatın içinden biri olduğumu düşündüğümü.çocuklar olmadan, karmakarışık ve çözülemez.
        Hala korkuyorum sevgili, yorgunum ve azlasıyla. Bana tutunamayacağımı kendin söylediğinden beri. Oysa hayatın içindendi biliyorum. Aşık olamam demiştin. Belki benden de çok korkuyordun. Beni o koridorda yakaladığında paramparça oluşumu anlatıyor ellerin şimdi. Ellerin uyuyor.
        Üzülme sevgilim, neden duvarlar vardı sanıyordun, neden o taptığım ağızdan hep hayatın içinden şeyler duymayı beklediğimi ve çocuklarını avuttuğun masalları neden benim kendi çocuklarıma hiç ama hiç anlatmadığımı? Üzülme sevgili, kimse tutunamıyor. Birileri hep diğerinin yüzünde parçalıyor gülüşlerini. Her gün daha azla, daha daha...

 

Öyküden bir bilet : gidiş-dönüş