Kabusun
erken saatlerde başlamış. Habersiz bir yolculuğa
çıkmışsın. Uzak ülkenin masalları. Bir gün
yüreğine ineceksin yaşamın!
Yanında
olduğum için gizliden bir minnet duyuyordu şimdi. Hani vurulsa,
kan akmaz mıydı,hani ben ne olsa,ne değişse orada
olur, kaybettiğinin peşinde durmaz mıydım? İşte
buydu yüreğini kaldırması gereken, kör bir minnet değil
bedeli. Çünkü sen O'nu tanımıyordun.
Onun
da bir gözlemci olduğunu biliyorum. Ne zaman seni ansam, tavanda
asılı bir lamba, bir ceset ve boşlukta sallanan bir ip
görüyorum başımıntam üzerinde Gidenleringeride kalanı,
gidenden kalan. Oysa, onun da bir gözlemci olduğu gerçeğinden
uzaksın. Bilmem belki de yüreğinde oturuyor, benim tepemde.
Bu yüzden, bir adım öteye, o kabusa düşmen sadece küçük bir
ihtimalolarak kalmadı hiç.
Bilmen
gerekmiyor, ama çok yorgunum. Apar topar yolunda çevrilmişliğin
acelesi var bende. O kısık lambalara, kuytulara, adını
bilmeyen ormanlara uzanan görünmez ellerim. Körktuğum sadece gülüşün.
Yani, hayat kötü bir şaka gibi, ıssız bir oyun gibi.
Hayatın beni nerelere ırlattığını biliyor
musun? Hani terminal yolcuları, bekledikleri, bekleyenleri, kendilerine
ait olanları ve hepsinden öte gidebilecekleri yerleri vardır.
Oysa sen, en azla, bir yolculuğun tam ortasındasındır.
Hayattan sadece birkaç dakika istersin, biraz olsun düşünmemek
için durmak zorundasındır. Zamanın ince bir çizgi gibi
içinden geçmesini, yüreğini ikiye bölmesini beklemen gerekir.
Çaban bir kez daha ondan geçmek değildir. Ve bıraktığın
onca şeye rağmen, bu yolculuğun bir sonu olacağını
bilirsin. İşte hayat, artık beni hiçbir terminalde
beklemiyor.
Kabusun
erken başlamıştı ve durmadan aşklarını
savunuyordun karşımda. Benim hiç savunulacak bir aşkım
olmadı. Senin direttiğin güzellik işte bu yüzden, hep
bir başka ceset, başka bir boşluk duygusu uyandırdı
bende. Nasıl anlatılması gerektiğini bilirdin. Bense,
savunacak aşkım olmadığından böyle karşılardım
seni. İki elimi, çaresiz, iki yana sallayarak. Gözlemcilere hepyenilerini
ekleyerek.
Dostlar
ve sevgililer bu yaralar için vardır. Ruhun güzelleşmesi,
duyurulması gerekir. Tapınağın kapısını
özel olan açar. Gizemli yolculuğun sözleri verilir, bu sözler dünyadaki
her şeyden ve herkesten önemlidir. O ülkenin adı geçer her
yerde. Ruhun doyurulup, insan içine çıkarılması için
buna gereksinilir. Oysa, apansız sapar yollar, açılan kapılar
öylece kalır ve üşümesi başlar insanın. Sevgili,
boynuna dolanan ipin ucunda kendi boşluğunu yaşar. Diğerine
artık sadece, sessizliğe ses vermek kalmıştır.
O karanlıkta tutunup ilerlemek için, tutunup arınmak için.
Dostlar ve sevgililer hep bir üçüncü için vardır. Aşklarının
üçlemesi içimdeki kayboluşu artırdı bu yüzden ve sadece
garip bir boşluk duygusu uyandırdı bende. Rüzgarda yalpalanmaktan
yorulmuş, titreyen ışığına tüm ruhunu
gizlemiş kırık bir lamba oldu gidenler ve gidenini geriye
kalanı artık.
Nasıl
anlatılması gerekirdi yaşamın, hiçbir terminalde
beklemeyen, içimi kaldıran, şimdilik ertelediğimi acımasızca
esirgeyen yaşamın?
Ne
tuha, benim savunacağım başka duygularım da yoktu.
Çocukluğumun uçuruma inen salınacağı yüzünden, ona
yazdıklarım her seerinde "parçalanarak ölmekten hiç
korkmuyorum" oluyordu ancak. Hissetmekten yana kaygılarım
oluşmuyordu, hissedemiyordum.
Senin
için bir üçüncü olduğum günler, gidenin kalanına hiç dokunmadım.
Zamanın ikiye böldüğü birkaç dakikanın içerisinde sanırım
buna hiç hakkım yok. Apar topar minnettarlığına
duruyorum hepsi bu. Bir daha aşklarını savunma gereği
duymaman olasılığı beni ürkütüyor, buz kesiyorum
olduğum yerde. Uzak ülke beni bekliyor ve onun da bir gözlemci
olduğunu biliyorum.
Ne
zaman seni ansam onlardan biri olmak istiyorum. Her seerinde yazdıklarını,
"bu kesin tavrı korumak adına kendi sesime ses vermek"
oluyor. Çocukluğumun dağılan yüzünü kimseye teslim etmek
istemiyorum ve bana her gelişinde, ellerimi iki yana açarak sallıyorum
çaresiz.
Sabırla
bekliyorum direttiğin güzelliğin yaşamını kaplaması
için. Belki de en çok aşklarını savunuşuna güvenmek,
en azla bu yanını sevmek istiyorum.
Gidenin
adı uzak ülkedir ve bunun için vardır sadece, dostlar ve
sevgililer. Hep bir üçüncü için başlar hayat yeniden.
Oysa yok
insanlar, yok masallar düşlediğin
Masalmışsın,
bir varmış bir yokmuş yüreğin.
Kayıtlarda
adın geçmiyor, kendin bakmak bile istemiyorsun. Öyle buyurdular
ve bunu değişeceği yok. Anımsıyorum ilk seerinde,
ne çok şaşırmıştın. Annen vardı yanında,
solgun bir kadındı. Bir ona, bir bu taraa bakıyordun
yalvaran gözlerle. Sonra köşedeki tahta bankın üzerinde, incecik
bacakların karnına çekilmiş, ak pak kolların yüreğininüstünde,
sessiz sessiz ağlamıştın. Adın kayıtlarda
geçmiyordu. Şimdi, kendin bakmak bile istemiyorsun.
Resmi
açıklamalar hep bunun üstüne kuruluydu. Bunun için sen kimsenin
olamazdın. Senin için bundan böyle, aşk yoksa ağaçlar
da yoktu.
Nedense
hep ellerin kalmış aklımda, yüreğine basıp
gezen. Şaşkın, duygulu ama çirkin. Annen solgun bir
kadındı. Günlerce gelip gitmiştiniz. Önce hep birlikte,
sonra yalnız sen. Her gün öğle üzeri sessizce ilişirdi
çırpı bedenin o tahta banka. Belli belirsiz bir heyecan, umut
ve korku yumağı olurdun hemen. Koridordan geçirilen her kağıt
parçasında, kabustan uyanır gibi irkilir ve salardın
kendini. O karmaşık yürek çözülüverirdi.
Bir
gün göz göze gelmiştik. Belki benim yerimde olabilmek için her
şeyini eda etmeye hazırdın. Bu kez dudaklarına
yöneldi ellerin. Bacakların sarktı, bakışların
soldu. Her gün öğle üzerleri, şu soluk ışıklı
koridorda hiç olmamışsın, hiç ağlamamışsın
gibi uçup gitti çarpıkbedenin. Ayak sürüyerek, ayak direyerek
değil.
İşte
artık listelerde adın olmadığından, senin için
ağaçlar da yoktu.
Uzun
süre arkında bile olmadan, senin gibi yüreği elinde, eli
yüreğinde birini arar oldum. Çirkin elli, çalı bacaklı
ama alabildiğine güzel. arkına varmadan, öğle üzeri
her gün, o bankın bir köşesinde ağlar buldum kendimi.
Her kağıt parçasına adın için baktım ve her
seerinde ağaçlar benim için de teker teker yok oldu.
Aşk
yoksa, onlar da yoktu. Onlar yoksa da insanlar...
Sonra
bir gün apar topar yakalamışlar seni. Annenin yüzünü anımsamıyordun.
Öyle çok kaçmıştın ki; sinsi bir güç yerleşmişti
bedenine. Artık ayak diriyorsun.
O
tahta bankın önünde ellerin iki beyaz güvercin gibi havalandı.
Sonra, avluda taşlandın sankı, vazgeçtin. İki yana
düştüler. Beni tanımadın bile.
Listelerde
adın geçmiyordu, kendin bakmak bile istemedin. Şimdi, apaçık,
uluorta ve kendinden emin, koridorun en aydınlık yerinde duruyorsun.
Seni almaya kimse gelmedi. Aitin, aitliğin olmadığından
artık sen de yoktun.
Aşık
yoksa, ağaçlar da yok ve insanlar bile, yaşam listelerinde
hala adını geçmiyor. Annemin yüzünü anımsamıyorum.
Bir varmışım bir yokmuş. Bir varmış bir
yokmuş yüreğim.
Ben
sevgili, tutunmaktan korkarım.
Seni
her görüşümde nees alamadım
Ve
içimi parçaladı gülüşün.
Koridorlar
uzardı önümde ve binlerce basamak yükselirdi hep. Ben gizlerdim
kendimi onca sesin, ışığın ve hareketin içine.
Sesini duyardım kapıların ardında, çocuklara yaşamı
anlatan sesini. Durup benzediğimizi düşünürdüm, çocuklarımızın
da birbirine benzediğini. Onlar gideceğini bilmediklerinden
sana gülümseyebilirlerdi, ben yapamazdım. Gene de bilmek istedim
hep anlattığın yaşamı, onlara uzattığın
elleri düşünürdüm ve bir telaş başlardı ardından.
Gündeliğin ayrıntılarında boğulmuş, kırmızının
hakim olduğu o koridorlarda nedenini çok da bilmediğim bir
telaş yaşanıp tüketilirdi orada. Oracıkta, her gün
veruldum ben. İçim kalktı onlarla birlikte, duvarlara yaslandım.
Beni içine almayan duvarlara. Bulduğum en korunaklı köşelere
dönmek zorunda kalırdım meraklı, çocuk yüzümü. Gözlerimi
ellerimle beceriksizce saklayarak, lanetli bir duaya başlar, kendimi
sese ve ışığa gizlerdim. Hayatımda ilk kez
bir rengin beni bu kadar kuşatmasına izin verirdim. Yakalardın
beni oysa, gülerdin. Güzeldin, gülerdin ve sanırım ellerin
sıcaktı. Ben sevgili, ben tutanmaktan korkarım, hep korktum.
Şu duvarlara sığınamamaktan, gizlenememekten ve
sanırım ellerinin sıcağından bile.
Ve yok
olurdu bir anda, o önümüzde aşılmaz duvarlar gibi yükselen
basamaklar, yok olurdu çocukluğum bir kez daha. Yok olurdum.
Sen
bu koridorlarda yaşamın içine her karıştığında
bir daha geri gelmemeni diledim. Tutunmaktan korktum, o çocuklarına
anlattığın yaşamın benim için de var olmasından.
Senin gitmenden ve hatta kalmandan. İçimde büyüyeni senin adına
ve sen olmadan tamamlamaktan, ben sevgili, tamamlanmaktan korkarım.
Acı
dolardı içime ansızın, bir zamanın tam ortasında.
Bir sorunun ya da, cevabı belki olmayan. Paramparça ederdi gülüşün
yüzümü. Seni söküp atmak için başlardım yeniden, bir zaman
ve başka zamanlarda, çizdiğim şekillerde acıyan
yüreğimi bulurdum. Ellerimden kayıp giden kelimeler, çocuklarım,
çocuklarımız. Ağlardım. Ama korkardım sevgili
kapını açmandan, çocuklarından korkardım. Onlar
seninle, benim bilemeyeceğim bir hayattan geçiyordu.
Ve
bir kez daha durmadım sesine, kaçtım senden, ışıklar
yoktu artık. Duvarlardan uzak tuttum kendimi. Beni görmüş
müydün aslında, sesimi duymuş muydun hiç, anlatacaklarımı
durup dinlemek ister miydin? Beni gerçekten yakalamış mıydın,
var mıydını?
Oysa
anlamı yoktu sevgili tutunamazdım, sana yıkıldığımı
anlatamazdım. Maruz kalırdım sadece, hep gidişine
maruz kalırdım.
Sonra
aylar geçti, aylar geçti ve yine de görürdüm yüzünü açılan bir
kapının ardında, görmesem yaşayamazdım.
Bir
gün, sırtım sana dönüktü, gelmiştin. Bunlar neden anlatılırdı,
bir terk ediş başladığı anda olmalıdır.
Sanırım gülümsedim sana, sessizce kapattım kapıyı.
Sen
yokken bir avuç insana tahammül edemedim ve ne zaman görsem adını
kayıtlarda, içimden bir parça yok oldu. Yok oldum, sadece seni
değil, artık kimseyi ve hiçbir şeyi sevemeyecek oluşuma
hayretle bakakaldım.
Bunları
anlatmış mıydım sana sevgili, şimdi şurada
kıvrılmış uyuyorsun, ben hala korkuyorum oysa.
Beni
sesin ve ışığın içinde bulamazdın, koridorlarda,
yankılarda. Senden sonra değişen çok şey vardı.
Çocuklarımı aldılar. Yazıp çizdiklerim çok daha
karmaşık artık, dediklerine göre hayatın içinden
daha da azla. Beni hiç sulamayacaktın. Hem unutmuştum yüzüme
kanlı bir coğraya yerleştiren gülüşleri. Yüzümü
unutmuştum, böylesi hem, hayatın içinden olurdu. Daha azla,
daha daha azla. Sevgili ben tutunamamaktan yorulmuştum.
Bir
gün, gidişini anlattığın gibi anlattın bana.
Sen neden şimdi buradaydın, neden ellerin hala sıcaktı,
sesleri ve ışıkları anımsatıyordu? Onu
düşündüm sonra, senden haberi olmayanı ve sevmek isteyeni.
Onu düşündüm. Neden burada olduğumu. Bunları biliyor
muydun sevgili, senin için onca zaman sonra, birinin gülüşünü yüzünde
parçaladığımı ve belki de gerçekten artık bu
hayatın içinden biri olduğumu düşündüğümü.çocuklar
olmadan, karmakarışık ve çözülemez.
Hala
korkuyorum sevgili, yorgunum ve azlasıyla. Bana tutunamayacağımı
kendin söylediğinden beri. Oysa hayatın içindendi biliyorum.
Aşık olamam demiştin. Belki benden de çok korkuyordun.
Beni o koridorda yakaladığında paramparça oluşumu
anlatıyor ellerin şimdi. Ellerin uyuyor.
Üzülme
sevgilim, neden duvarlar vardı sanıyordun, neden o taptığım
ağızdan hep hayatın içinden şeyler duymayı
beklediğimi ve çocuklarını avuttuğun masalları
neden benim kendi çocuklarıma hiç ama hiç anlatmadığımı?
Üzülme sevgili, kimse tutunamıyor. Birileri hep diğerinin
yüzünde parçalıyor gülüşlerini. Her gün daha azla, daha daha...