Bavul

Aylin Öcel

 

       Yerlerdeki saçlar aslında önemli değil. Ne tuvaletteki leke, ne mutfağın zemini... Küçük tehlikeli eşyalarıyla bu ev. Minik gizli zehirler iştah açıcı deniz meyveleri içinde gizlenmiş sağa sola, hani parmaklarınızı hemen göğsümün ortasına koyun, iki parmak aşağıya inin, bastırın, tam orası! Acıyor. Şu hain cilveli eşyalar, sitemli, dudak kıvırmalı yandan gülümsemeli eşyalar acıtıyorlar.En çok küçükleri, en çok “beni de götürebilirsin, beni de, beni de...” diyenleri... Büyükleri de terketmenin suçluluk duygusunu, cüsselerinden de aldıkları bir güvenle tattırıyorlar göğsümün üzerinde ağır ağır... Telaşlı çocukların kaprisinden farklı onların yetişkin serzenişleri; gizlenirken açığa vurulan bir fedakarlık seremonisi eşliğinde, gözlerine dolduruyorlar donuk gözlerine uçurumları, anneler babalar gibi, suçluyken bir çocuk hayal kırıklığına uğratırken kendisini yaratanları. “Ben büyüğüm, özveri gösteriyorum, acı çekiyorum ve katlanıyorumyoruz “diyorlar, ağır eşyalar ve suçlu çocuk bileklerinde ihanetin bileziklerini şıngırdatırken, açık saçık bir şarkının günahını işler gibi kalbine çimdik atıyor, canı yanıyor. Eşyaların pahalı olduğunu hatırlıyor çünkü;”müsrif çocuk!Kötü çocuk, halden anlamaz, kıymet bilmez bu çocuk. Dilimde tüy bitti be çocuk sana söylemekten saatinle barışık ol diye yani saatine bak. Zaman akıp gitmiyormuş gibi oyuna dalıp gitme öyle, yemeğe geç kalma, eve vaktinde gel ve vakit nakittir ve vakit önemlidir çünkü emektir, acıdır gözyaşıdır, annenin çilesidir, babanın öfkesidir, yani ben babanın nazını, afrasını, tafrasını boşuna mı çekiyorum, yani bize para getirmek zorunda olmasa bu kadar çalışmaz yorulmaz sinirlenmez ve bana kapris yaphazdı, yani yatmazdı divana yukarı dönük ayak parmakları sanki burnuyla havaya kalkmış dicana uzatırken ve burnuyla beraber yaparım yine yaparım hakkımdır oh olsun işte hadi kulum kölem ol bakalım der gibi uzanmış divana bir iç çekişle sitemli, sırtının ovulmasını, süt getirilmesini, kahve yapılmasını, haberler önemli şeyler söylerken hişt hişt susulmasını isterken ve kadın çocuk görecek diye korktuğundan mıdır nedir elini ittirirken çaktırmama ayaklarında aslında pek ala çaktırırken orasına burasına ellerken kadının, annesinden cennet sözünü çalma tehditleri ağzında bir çocuk gibi onu suçlayan onunla yeterince iyi ilgilenmediği için baba hiç bunları yaparmıydı para kazanması gerekmeseydi, o kadar yorulmasaydı, sinirleri günün gailesinde onun bunun kendini bilmez zırtapozunun ağız kokusunu çekmeseydi baba. Çocuk para velhasıl önemli, sen beni dinle yavrum malının kıymetini bil hani mal canın yongasıdır ve biz o koltukları kolay almadık nasıl aldık yoksa hiç almadık da ben mi sayıklıyorum aklım almıyor. Şimdi sen kalkmış tüm bu aile yadigarlarını bırakıp uzaklara gideyim diyorsun. Böyle çok incinirsin yavrum öyle herkese güvenme, güven de herşeyini anlatma, insanı deli etme be yavrum çileden çıkarma! İşin gücünarkadaşlarınla dolaşıp ananı, babanı ve sonra yine ananı tıpkı baban gibi yalnız bırakıp ellerle oynaşmak mı işin gücün a güzel evladım, hain evladım?” diyor maun ağacından bardak vitrini ve ağır ağır titriyor, bardaklar devrildi devrilecek devrilemiyorlar: Çünkü içinde bardak yok kitap var, üstelik cam raflar da kitapları pek ala taşıyorlar hiç de eniştemin dediği gibi olmadı kırılmadılar, bel bile vermediler. O vitrini açıp o kitapları okumuyorum, ansiklopedileri açıp sayfa sayfa okuyacak değilim ama ansiklopedi olmayan kitapları da okumuyorum yani ha kullanılmayan bardak ha okunmayan kitap yani bu vitrin hala fazla kibirli fazla burnu büyük boyalı ve cilveli ve burnu büyük bir kadın gibi orta yaşını geride bırakan. Ama vitrin kesmiyor sesini, utanmasalar, topukları yenmiş, kumaşı pörçük pörçük olmuş terlikler bile söylenmeye başlayacak bizi de götürmelisin hain valizin bir yerine sokuşturmalısın diye yani başlayacaklar hatıralardan o terlikleri teyzemin hediye ettiğini anımsatıp dikiliverecekler annemin hasta yatağının başında, bir acı çığlık yapışıverecek cama, koskoca pencere açıkken, bulamayıp açıklığı, cama çarpıp, sersemleyecek çığlık, çığlıklığı filan kalmayıp, maskara olacak ve bir anlamsız mırıltı olup çıkacak,yerde sürünüp anlam dilenecek ses ve intihar zamanını kaçırdığı için hep hayıflanarak ve gizlice sevinerek bakacak saatine. Terliklere de ne oluyormuş eski püskü halleriyle bir de tutumluluktandem vuracaklar ve de lüks karşıtı atıp tutmalarımdan. İşte böyle sıraya girip salınan ve güzel saydam gövdeleriyle ağız sulandırmaktan hiç utanmayan cam eşyalardan bahsetmeye bile gerek yok; annemin narin ellerini hatırlatacaklar bana, onları kollayışını ve nazik dokunuşlarını, önemseyişlerini, onların onun gerçekleşmeyen hayallerini temsil ettiklerini ve de gerçekleşen kısmı olduklarını sadece gözleriyle söyleyip herhangi bir kraliyet ordusu mükemmeliyetinde girdikleri sırada, potansiyel cam parçacıklarına dönüşüp, vücudumda yaralar açacak silahlar olabileceklerini hiç söylemeyecekler, ben de akıl edemeyeceğim, annemin ellerini düşünüp üzüleceğim. Annemin elleri çok güzeldi. Ve evin tüm eşyası, bir telaşa kapılıp, ihtiyatsız bir acelecilikle, cenaze marşımı tıkırdanmaya başlayacak. O onurlu mezara dönüşme hayali tahtaların aklında ve ben durumu çakıp silkinivericem bir daha, bir dahaki sefere kadar. Hani şimdiye gitmiş olurdum belki valizimde şu çene olmasa. Valizsiz de gidilmez ki canım, anneniz size demedi mi mal canın yongası diye? Ben de yongam uğruna canımı bu evin oyununa getiriyorum ağır ağır işte.

 

Öyküden bir bilet : gidiş-dönüş